Yatırımcı San Francisco'daysa Bir Sebebi Vardır
San Francisco Körfez Bölgesi'nde yaklaşık iki yıldır StumbleUpon için yazılım mimarı olarak çalışan Berk D. Demir, E-tohum 2011 Girişimcilik Zirvesi'nde, 'Havasında mı Suyunda mı Yoksa Başka Bir Şey mi Var?' başlıklı bir sunu yaptı. Sunuda, başlığından da anlaşılabileceği gibi, başarılı girişimlerin neden Körfez Bölgesi'nden çıktığı üzerine örnekler vererek tecrübelerini anlattı. Süresini çok iyi kullanarak, katılımcıları bir sonraki oturuma onlarca notla gönderdi. - StumbleUpon nedir? StumbleUpon, yapay zeka ile çalışan bir tavsiye motorudur. Bu tavsiye motoru; size benzer, sizinle aynı şeyleri beğenmiş diğer kullanıcıların beğenilerini size tavsiye eder. Aynı şekilde size benzeyen kullanıcıların beğenmediği içerikleri de eler ve bu şekilde kişiselleştirilmiş bir web deneyimi sunar. StumbleUpon, gelirlerini reklamlardan elde eder; reklamverenin içeriği, önceden belirleyebileceği profillerin beğenisine sunulur. - Neden San Francisco? diye sorduğumuzda, tabii ki ilk olarak yatırımcıların bu ekosistemde bulunması büyük bir artı sunuyor, Berk Demir'in konuşmasında bahsettiği üzre, yerel bir otobanda dev bir 'billboard'da risk sermayesine yatırım yapan bir şirketin reklamını görebileceğiniz, 'Ne olur size para verelim!' derecesinde ödenek ayrılmış bir bölge.
Fakat paranın ötesinde orayı farklı yapan şey, oradaki oturmuş düzen, oradaki işleyiş yani oranın kültürü aslında. Berk Demir kültür tanımında, farklı olarak, misyonumuz-vizyonumuz tarzı metinler, halısaha maçı yapmak gibi aktiviteler veya e-posta sonlarındaki imzalar gibi klişelerin yer almadığının altını çiziyor. Gerçekten de öyle, üzerine çokça kafa patlattığınız misyonumuz-vizyonumuz gibi cümleler içi doldurulmadıktan sonra, şirkete nasıl bir değer katabilir ki? Bu bağlamda, zoraki organize edilmiş -bir ödül vs. konularak- yapılan aktiviteler yine nasıl bir atmosferde olur tartışmaya açık. O zaman kültürü tekrar gözden geçirdiğimizde, kelimelerin ötesinde yaptığımız eylemler sonucu oluşan soyut bir kavram diyebiliriz.
Düşündüğünüzde her şirketin kültürü var, örnek vermek gerekirse Türkiye'deki aile şirketi kültürü gibi. Şirketi bir bina olarak düşünürsek, kültür binanın temelindeki yapıtaşlarından biridir, oradaki gibi somut değil tabii ki. Kuruluş aşamasında köklü bir şekilde oluşur ve daha sonra üzerine o temelin taşıyamayacağı bir bina inşa edemezsiniz. Geleneksel aile şirketlerine dışarıdan bir ortak geldiğinde neler olduğunun örneklerini gördük. Kültür oluşturulurken tabii ki bazı kararlar alınıyor, süreç planlamaları, risk analizleri vs. Türkiye'de bu kararlar, sanki bir daha asla geri dönüşü olmayacak bir yola girecekçesine gerginlik yaratıyor. Fakat Berk Demir çok önemli bir noktaya değiniyor ve aslında bu yıllık, 2 yıllık, 10 yıllık veya herhangi uzun vadeli bir kararın, aslında çok kısa sürelerde değiştiğini belirtiyor. Bazen bir hafta bile sürmüyor, bu uzun vadeli kararların kökten değişmesi. Bu gerginliğin ötesinde, bazı şirketler de aldıkları kararları kutsallaştırıyor. Kararlılık tabii ki güzel bir şey fakat fazlası körlükten başka bir şey değildir.
Muhteşem karar yoktur, ağırlıkları atmadan yükselemezsiniz, kafanızda uçak icat etmeye çalışmayın.
Alınan kararların dinamik olabilmesi çok önemli; herhangi bir dış değişken şirket hedeflerinizi veya çıkabilecek herhangi bir fırsat yaptığınız işi olumlu yönde değiştirebiliyorsa, bu değişime adapte olmanız gerektiğinde, uzun vadeli planınızı çok hızlı bir şekilde değiştirebilen bir yapınız olması, karar alma mekanizmalarınızın bu bağlamda yenileşimci ve diri olması gerekir.
Bir diğer önemli nokta ise karar alma, San Francisco kültüründe, karar mekanizmasında şirket için çalışan her bireyin bir şekilde karar mekanizmasına katılımı sağlanıyor. Bu tüm çalışanların inandıkları şey için çalışmalarını ve şirkette birey olarak var olduklarını ve saygı duyulduklarını hissettiriyor ve daha verimli çalışmasını sağlıyor. Aksi takdirde, Körfez Bölgesi şirketleri çok zor kurdukları ekiplerini bir bir kaybedebiliyorlar.
Peki San Francisco'da bu ekipler nasıl kuruluyor? Berk Demir, bu konuyu kendilerinden bir örnekle ne kadar itinalı bir süreç olduğunu açıklıyor:
" 'Analytics Engineer' diye bir pozisyon arıyoruz. Çok net tanımı var, 'Analytics Engineer'ı henüz dolduramadık, ben bugüne kadar yaklaşık 39 kişi ile telefon görüşmesi yaptım. Toplamda da 750 CV üzerinden geçtik bize gelen."
San Francisco'da 'startup'ların bu derece başarılı olmalarını sağlayan noktalardan biri bu aslında. Çünkü orada biliniyor ki, ancak en uyumlu takımlar içerisinde, bireyler yeteneklerini yüksek performansta kullanbiliyorlar. Alınan elemanları 1-2 ay kullanıp, işten çıkartma gibi bir arzuları yok bu insanların. Eleman alımlarındaki hassasiyeti, yine Berk Demir'in “Eğer canınızı yakmıyorsa o adamın eksikliği, asla ve asla işe almıyoruz.” sözlerinden anlayabiliyoruz. Bunun sebebi, alınacak olan elemanın, şirket kültürüne adapte olabilmesi için gereken maliyet. San Francisco ile Türkiye'de göze çarpan en önemli farklılıklardan biri ise, orada komünite içerisinde sırıtan, uyum sağlayamayan birey hızlıca küme dışına atılıyor olması. Türkiye'de, bizler o elemanın -yetenekliyse hele- kültüre ayak uydurması konusunda çok sabırlıyız, belki gerekenden de fazla. Fakat bu San Francisco'da hiç kullanılmayan ve hoşa gitmeyen bir zaman ve/veya para yatırımı. Oradaki eleman alımlarında, CV çok gereksiz bir detay olarak kalıyor, kültüre uygunluk gibi bir kavram çok belirleyici kıstas olduğu için. Zaten CV'lerin çoğu gereksiz, abartılı veya yalan bilgilerden oluşuyor. Alımlarda potansiyel elemana yöneltilen ilk soru, 'Neden bizimle çalışmak istiyorsunuz?' Karşınızdaki insanı küçümsememekle alakalı bir şey bu aslında bir bakıma, direk olarak iş gücü olarak görmemekle... Onun amaçlarını ve ne derece sizin amaçlarınızla paralel olduğunu değerlendirerek daha etkili bir eleme yapılabilir, hem çok daha faydalı olur.
İnsanlarla konuşarak ne derece yeteneklerini test edebiliriz?
Karşınızdaki insanın tüm özgeçmişi ve amaçları istediğiniz gibi olduğunda, 'Yarın başla!' denmiyor, San Francisco'da, çünkü bunlar kültüre uygunluk için yeterli değil, sırada bir test sürüşü var. Berk Demir, orada uygulanan test sürüşü hakkında, herkesin yapabileceği cinsten bir ev ödevi vererek başlamanızı tavsiye ediyor. Ev ödevini başarıyla mı tamamladı? Artık stres altında çalışmasını test edebilirsiniz; yani onu zor duruma sokacak, telaşlandıracak görevler verip izlemelisiniz; bu belki aylarca süren kritik dönemlerinizde potansiyel elemanın size ne derece faydalı olacağını gösterir. Daha sonra, ona engeller koyarak dirayetini test etmelisiniz, sabrını, engellere karşı nasıl taktik geliştirdiğine bakmalısınız. Berk Demir'in bahsettiği bu eleman alım stratejileri gerçekten günlük hayattan parçalar, hepimiz çoğu zaman ev ödevi yapmak zorunda kalıyoruz, stres altında çalışmak veya elimizde olmayan durumlarla boğuşmak durumunda kalıyoruz. Dahası, her sektör için belirli 'altınyıldız'lar vardır, bu bir yazılım geliştirici için, açık kaynak kodlu sitede paylaşım yapıyor olması gibidir. Yani, yaptığı işi sırf zevk olsun, insanlara yardım olsun diye yapabiliyor ise bir potansiyel eleman, bu onu bir adım öne geçirmelidir. Çünkü siz ona istediği imkanları verirseniz, çok da bir performans sorunu olmayacağı anlamına gelir, zaten severek çalışıyordur. Ayrıca, Google'dan taramak, sosyal medya hesaplarına göz atmak da potansiyel elemanları hakkında fikir edinmenizi sağlayabilir. Bazen aradığınız kriterdeki elemanları Türkiye'de bulamıyor girişimciler ve onu buraya getirmenin maliyetlerinden yakınıyorlar. Berk Demir'in çalıştığı StumbleUpon şirketi, çalışanlarının neredeyse %10'unu uzaktan kullanıyor. Yani, onu buraya getirmenize gerek var mı? Bu masraflardan yakınıp en iyi adaylara kapıyı kapatmak, belki de San Francisco'ya 3-0 yenik başlamak demek.
Google ve Apple'ın temelleri milyon dolarlık mobilyaların olduğu bir çalışma atmosferinde atılmadı, bazen bir garaj ortamı dünyayı değiştirecek fikirler için yeterli olabilir.
San Francisco'da girişimcilerin en çok dikkat ettiği ve yatırım yapmaktan hiç kaçınmadığı bir diğer nokta çalışma ortamı ve atmosferi. Öyle çok pahalı mobilyalardan bahsedilmiyor burada, bin bir zorlukla kurduğunuz aslında en büyük yatırımınız olan takımınızın performansını kötü etkileyecek her türlü değişkeni çalışma ortamından uzaklaştırmak ve her türlü motivasyon sağlayıcı ögeyi elinizden geldiğince tedarik etmekten bahsediliyor. San Francisco'nun, coğrafi konum olarak bir artısı yok demek ayıp olur artık. Şehrin stresi minimize edilmiş bir yer San Francisco, hijyenik bir şehir. İklimi çok ahım şahım değil ama çalışmaya gerçekten uygun. Çok sıcaklar ve çok soğuklar yok. Terleyerek veya üşüyerek ofise gelmiyorsunuz. Etnik çeşitlilik var bu şehirde, her ülkeden insanlarla tanışabiliyorsunuz ve bu insanlar gerçekten size bir şeyler katabiliyor, sizin bakış açınızı değiştirebiliyorlar. Dahası sektör orada toplandığı için doğal olarak etkinliklerde orada, özellikle teknik konularda Türkiye'de birçok iş kolu için böyle bir şey söz konusu değil. Camianın orada olması başlı başına bir artı, çünkü rakiplerinizden ziyade aynı işi yaptığınız insanlarla çok rahatlıkla fikir alışverişi yapabiliyorsnuz.
- San Francisco Mutfağından Bilgiler-
İşin teknik arka planında işler fikir-kod-veri üçlüsü arasında. Bir fikriniz varsa, bunu kodlar dökmeniz gerekir, daha sonra bu kodu ölçebilmek -ki burada nasıl ölçtüğünüz en önemli kısım- akabinde ölçümlediğiniz kodlardan sonra elinizde oluşan verileri işleyip onlardan bir şeyler öğrenebilmeniz gerekir. Yani ancak bu süreçleri, sürekli olarak kontrol altında tutup, ölçüp, değerlendirip, bunların analizini yapıp, bilgi oluşturabilirseniz, amacınıza ulaşabilirsiniz. 'Startup' diyince, hep hızdan bahsediyoruz, hızlı karar alma vs. Teknik kısmı da böyle olmak durumunda, hızlı. Programlama aşamasında, özgür ve açık kaynak yazılımlardan yararlanılabildiği kadar yararlanıyor programcılar. Çünkü, keşfedilmiş tekerliği, tekrar keşfetmeye gerek yok, öyle bir zaman yok. 'Pare programming'den bahsediliyor, San Francisco'da sık kullanılan bir kodlama metodu. İki kişi kod üzerinde çalışıyor, birisi yazarken, ötekisi kontrol ediyor. Basit de gözükse, verimsiz de gözükse, San Francisco bunu ölçmüş ve daha başarılı, daha az 'bug' içeren yazılımlar üretilmiş. Pek çok programcının yazmak istemediği ünite testleri ise, tam birer yatırım. Yazılımınıza daha sonra illaki yatıracağınız vakti -sorunun nerede çıktığını bulabilmek vs-, önceden yatırıyor ve zamandan kazanıyorsunuz. Bir diğer önemli konu ise yazdığınız kodları, bir an önce denenebilir hale getirip sunuculara yüklemek, yazıp 'bazı bileşenler için' beklemek yerine. Bu yazılımlar bir şekilde dinamik kalmalı. Şirketinizde çalışacak geliştiriciler için bu yazılımlar güvenli bir kum havuzu kurun ve geliştiricileri bu bağlamda yeteneklerini sergilemelerine yardımcı olun. Geliştiricilere verdiğiniz paranın karşılığını almaktan öte, fazlasını alabilirsiniz bu şekilde. 'Cloud Computing'den bahsetmeye gerek kalmadı sanırım. Yeni açılan bir şirket için, 15 katlı bir bina kiralamak ne kadar gereksizse, bütçenizin kısmen büyük bölümünü donanıma yatırmak da o kadar gereksiz. Bunun yerine 'Cloud Computing' ile yazılımınızın ihtiyacı kadar donanım kullanıp, deneyerek ve deneyimliyerek büyürsünüz.
Ölçümleme, konuşması boyunca dilinden düşmedi Berk Bey'in ve sanırım bu alıntı ne kadar ciddi olduğunu kanıtlar nitelikte: -ölçüm alınabilir programlamadan bahsettiği bu olsa gerek-
“Projenin detaylarına girmeyeceğim ama yakın zamanda yazdığım bir projenin fonksiyonel kısmı 2000 satır, fonksiyonel olmayan -onu uzaktan ölçebilmek, nasıl performans gösterdiğini ölçebilmek için yazdığım kısmı- 8600 satır, 4 katından daha fazla.”
'Pair Programming', 'Re-factoring' 'Continious Integration', 'Cloud Company', 'Cloud Computing', 'Continious Deployment', 'Funeral Analysis', 'Multiware Testing', 'Code Rewiev'. Bunlar üzerinden geçtiğimiz körfezde kullanılan tekniklerin isimleri. Araştırmak isteyenler için... Sonuç olarak, San Francisco'daki sistem tabii ki oraya ait, kültür dediğimiz şeyin 'çakma'sını yapamayız. Ama milyonlarca farklı kültür üretmek mümkün, bizim de burada kendimize San Francisco'daki değerleri ve dahasını hedefe alarak bize özgü, bizden bir kültür yaratarak başarılı girişimcilerimizin ve yazılımcılarımızın oraya gitmesine dur demek ve dünyanın birçok yerinden insanları cezbetmek mümkün. Bu şekilde kendi ekosistemimizi yaratabiliriz. Bu makale Fatih Utku, tarafından kaleme alınmıştır.