Yaşayan Ölüler ve Her Gün Yeniden Doğanlar
Bu yazı Ender Ayna tarafından kaleme alınmıştır.
Girişimcilik çok ama çok yönlü bir konu. Kesişen ortak yönler olsa da herkesin hikayesi birbirinden farklı, o yüzden belki de girişimciler olarak yazı yazmaya oturduğumuzda ilk tepkimiz her zaman öğütler vermek üzerine kurulu. Öte yandan biliyorum ve görüyorum ki girişimler için bu öğütler suya yazılan yazılar kadar da uçarı. Haliyle ben de her ne kadar “şunları yapın ama şunları asla” şeklinde maddeler yazmak istesem de bu duygumu bastırıp biraz daha genele çıkmak; girişimcilik ruhundan bahsetmek ve bazı kavramları tekrar tartışmaya açmak istiyorum. Tabii ki blog ruhuna uygun şekilde: Bol bol kendimden örnekler vererek. Öte yandan not etmeden de duramıyorum: Siz yine de tecrübeye güvenin ama öğrenilmiş çaresizliklerin tutsağı olmayın.
Bir girişimciden girişimci sınıfı önerisi: Doğal Girişimciler vs Okullu Girişimciler
Bütün o başarı hikayeleri, girişimcilerin yaşamları, girişim ofislerinin sözde “özgür” dünyaları, kısa sürede milyonlar kazanan girişim yıldızları, girişimci blogları, öğütleri, o çok sevdiğimiz madde madde okunuveren girişimci adaylarına özel hap bilgiler, fuarlar, konferanslar, söyleşiler vs vs. Kısaca girişim sermayesi ve girişim dünyasının önünü açmayı hedefleyen her şey ama her şey gerçekte olmayan ve olamayacak bir şeyi hedefliyor: “Okullu Girişimciler” yaratmak.
Oysa ki bütün bunları okuyarak, dinleyerek, araştırarak ve sonrasında tabiri caizse “aklın yoluyla” ya da “gaza gelerek” girişimci olmaya kalkıyorsanız, siz girişimci değilsiniz ve hemen her ne yapıyorsanız o işi tekrar düşünmeniz gerekir. Eğer sadece daha çok para kazanmak için “girişimci” olmaya kalkıyorsanız siz yine girişimci değilsiniz; bundan öte çoluğunuzun çocuğunuzun geleceği için “girişimci”lik yapıyorsanız yine çuvallarsınız çünkü girişimci olmak aksine onların geleceğine rağmen atılacağınız bir serüvendir. Girişimcilik denenecek ya da öğrenilecek bir şey değildir. Ya girişimcisinizdir ya da değil.
Sözüm yanlış anlaşılmasın derdim okumakla eğitim almakla ilgili değil, nitekim her girişimcinin sürekli kendini geliştirmesi ve hayat boyu eğitmesi/eğitilmesi gerekiyor. Burada “Doğal Girişimcilik”le kasttettiğim daha çok bir güdü etrafında şekilleniyor. Sizi geceleri yatağınızda uyutmayan, dünyayı ya da çevrenizi değiştirmenizi istemenize yol açan, gözlerinizde şimşekler çaktıran, fikirlerinizi başka birine anlatırken sanki aşkınıza şiir okuyormuş gibi sizi heyecanlara gark eden karşı konulmaz bir güdü. İşte bu güdü neticesinde harekete geçiyor “Doğal Girişimciler”.
Doğal Girişimciler öyle bir gün çalıştıkları şirketten istifa edip bundan böyle kendi işimi yapacağım demezler. Bu insanların çoğu ya çocukken, ya da ilk gençliklerinde illa bir işe bulaşmış, o duyguyu tatmış ve kendi doğrularının peşinden koşmanın tadını almıştır. Zira girişimcinin en temel dürtüsüdür kendi doğruları peşinden koşmak. Okullu girişimcilerin aksine doğal girişimciler iş planından, piyasa verilerinden, değer önerisi oluşturmaktan, ölçmekten biçmekten, başkalarının başarı hikayelerini dinlemekten okumaktan hoşlanmazlar. Onlar duygusal, devrimci, iflah olmaz ve cesurdurlar. Bu yüzden başarıyı da başarısızlığı da her halukarda şansa bağlarlar. (Her ne kadar detaylı analizler sonucunda başarılı olanların uyguladıkları yöntemlerin illa ki kitaplara uydukları görülse de)
Doğal girişimciler okullu girişimcilerin aksine parayı merkeze koymazlar. Çoğunun ilk motivasyonu para kazanmak dışındaki milyonlarca neden olabilir, öte yandan gerçekten çok paralar kazansalar da bunları yine girişimlere yatırıp eritme eğilimindedirler. Doğal girişimcinin söylemlerinden biri şudur: Para her türlü kazanılır. Öte yandan bu söz onun lanetidir de. Nitekim para her türlü kazanılmaz ve başarısızlık da kaçınılmaz.
Doğal Girişimci vs Okullu Girişimci karşılaştırmasının daha çok uzun uzadıya tartışılacak yönleri ve açılımları olduğuna inansam da şimdilik bu mevzuyu kapatıp (ya da yorumlara bırakıp diyelim) şu başarısızlık kavramına göz atalım.
Yükselen Yeni Değer: Başarısızlık
İlk kazandığım parayı nerden ve nasıl kazandığımı hatırlamıyorum ancak onbir yaşımdayken yazları haftalıkla çalışan bir çırak olduğumu söyleyebilirim. Onbeş yaşımda sigortalı bir işçiyken onaltı yaşımda ticaret yapmaya başlamıştım. Liseyi bitirmeden önce işleri büyütmüş yanımda bir kaç arkadaşımı çalıştırmaya başlamış ve o sıralar yapmakta olduğum iş üzerinden (semt ve ilçe pazarlarında ve hatta elden sipariş üzerine elektronik eşya ve oyuncak satıyordum) ticaret ve girişimcilik mevzularına dair temel derslerimi edinmeye başlamıştım.
Bir kere para her türlü kazanılıyordu evet. Ancak pazarda yan yana durduğum “bir milyoncu” benimle aynı hedef kitleye ulaşır ve benimle aynı sürede çalışırken karlılığım yüzdesel olarak daha az olsa da ondan kat be kat fazla ciro elde ediyordum; buna bağlı olarak da net karım onun günlük cirosundan bile fazla oluyordu ve elbette bu adamı anlamıyordum: Başka yüzlerce şey satabilecekken neden “bir milyoncu” olmuştu? (Ders1: Fırsat maliyeti en az satın alma maliyeti kadar önemlidir. Emeğini doğru işe yönlendir.)
Hadi meyve sebze satıcılarını anlıyordum ama pazarlardaki onca hırdavatçı da neyin nesiydi? Gittiğim çoğu pazarda ya hiç oyuncakçı olmazdı ya da sadece en alt gelir seviyesini hedefleyen plastik oyuncakçılar olurdu. Benim tezgahta ise her zaman son model arabalar, konuşan bebekler, uzaktan kumandalı araba teypleri (90’ların başında yeni yeni çıkıyordu bunlar), ne bileyim gerçekten uçan! helikopterler olurdu. Bu adamlar pazarda o kadar kolay fiyat karşılaştırması yapılabilecekken ve onlarca rakipleri varken neden hırdavat satmaya devam ediyorlardı? (Ders2: Pazardaki boşluğu bul, eğer boşluk yoksa hedef kitleni özelleştir.)
Sonra bir gün adamın biri geldi ve tezgahımdaki oyuncakların %99’unu (bir kutu köpük yapan tüp vardı onu almadı sadece) ve elektronik eşyaların tamamını aldı! Ben tezgahtaki tüm malları sadece 300 km öteden almıştım ve bu adama hepsini en az %40 kar ile toptan satmıştım. Herhalde bu adamın aklı ile bir sorunu vardı? (Ders3: Tedarik herşeydir. İnsan ya da fiziki mal ya da hizmet farketmez, doğru tedarik zincirini kurmazsan başaramazsın.)
Böyle bir kaç madde ya da daha onlarca maddeye bedel bu derslerin tamamı saymakla bitmez ve saymaya da gerek yok esasında nitekim çoğu Pazarlama 101’in konuları zaten. Burada önemli olan ve hepsinin üstündeki tek ders şu idi: Aslına ne yaptığım konusunda hiçbir fikrim yoktu. Sadece başarısızlıklarımın beni yönlendirmesine izin veriyordum. O gün tezgaha koyduğum bir ürün hiç satmıyorsa nedenini sorguluyor; bir zahmet pazarı dolaşıp muadili var mı? Daha ucuzu var mı? diye araştırıyor ve daha ucuz bir tedarikçi bulmaya çalışıyordum. Örneğin pazara çıkardığım ilk ürün de oyuncak değildi. Havlu-bornoz satmaya kalkmıştım ve bütün bir hafta boyunca sadece bir adet el havlusu sattığım ve %60 zararla tüm ürünleri geri verdiğim zaman anlamıştım başka bir ürün grubuna yönelmem gerektiğini. Yani başarıya yol açan tek şey aslında başarısızlığımı doğru değerlendirmek ve işten zamanında çekilmekti.
Öte yandan yükselen yeni değer “Başarısızlık” o kadar da masum bir kavram değil. Her ne kadar girişimcilikte esas olan varış noktası değil yolun kendisidir desek de bu başarısızlık ve tökezleme hikayeleri yolda ne kadar çok karşımıza çıkarsa yoldan da o kadar kolay çıkarız. O yüzden her zaman b-c planlarıyla hareket etmek; “Başarısızlık” olasılığı durumunda risk edilecek sermayeyi iyi hesaplamak gerekir. “Başarısızlık Sermayesi” diyeceğim bu kavram (maddi ya da ayni olabilir hiç farketmez) asla sizi yeni bir işe girişmekten alıkoyacak seviyede olmamalıdır. Her zaman şunu düşünün: Bu yolda arabam bozulsa cebimde taksiye binecek kadar param var mı? Ayrıca unutmamak gerekir ki “Başarısızlığı” yüceltirken ve teşvik ederken “başarısızlığı yönetmek” konusunda gerekli donanımı sağlayamazsak gerçekte olması gerekenden çok daha ağır hasarlara da yol açabiliriz.
Şu anda ticari faaliyetlerimi tamamen dijital dünyada ve sadece hizmet odaklı yürütüyor olsam da (ayrıca bu son dönemde biriktirdiğim başarısızlık sermayesinin milyonları bulduğunu da itiraf etmem gerekir) ben de bu başarısızlık hikayelerim sayesinde her geçen gün öğrenmeye, güçlenmeye, bilenmeye ve işimi daha kusursuz hale getirmeye devam ediyorum.
Ne istediğinize dikkat edin!
Türkiye’de girişimci profili hayli çeşitli. Makro ölçek bir yana, sadece dijital dünyada bile bir çok farklı girişimci profili listelenip sayılabilir. Bunları bir diyagrama döksek; kar odaklılık bir uçtayken şüphesiz öbür uçta da hayalperestlik yer alır. Kimisi kısa vadede ciro yoğun işler peşinde koşarken kimisi de “the next big thing” olmanın peşindedir. Hangisi daha değerlidir değil tartışma konumuz. Önemli olan hangisini yaparsanız yapın yaptığınız işe göre kişiliğinizin değişeceğini, şekilleneceğini, çevrenizdeki insanların yaptığınız işe göre gelişeceğini unutmamak.
Yıllar önceki Ender örneğinden gidersek; o çocuk ticaret erbabı olarak hayatını sürdürseydi çevresinde bolca tedarikçi, müşterileri arasında da bolca perakendeci olacaktı. Planları arasında dış ticaret okumak ve doğrudan ithalat işine girmek vardı. Ne zaman ki üniversite sınavına hazırlanma derdinden dolayı işlerden uzaklaştı, o zaman anladı başka bir dünyanın insanı olduğunu. Sinema okudu. Görsel İletişim Tasarımı okudu. Yakın çevresi ve arkadaşları değişti, yaratıcı yönü güçlendi, geleceğe ve dünyaya bakışı bambaşka bir yönde gelişti. (Ama bazı şeyler bakidir. Girişimcilik laneti peşini bırakmadı o ayrı.)
Küçük bir test yapın. Arkadaş listenizi gözden geçirin. Profesyonel kontaklarınız ile gerçek arkadaşlarınızı bir kenara ayırıp ilgi alanlarına bakın. Kariyerinizde ilerledikçe profesyonel kontaklarınız ile aynı ilgi alanlarına sahip olmaya başladığınızı ve eski arkadaşlarınızdan giderek koptuğunuzu göreceksiniz.
Neticede kendi kişilik özellikleri ve çevresiyle uyumlu hareket edenlerin her zaman diğerlerine göre daha mutlu ve başarılı olacağını unutmayın. Girişim fikriniz için hareket etmeden önce her zaman en tepeye kendinizi koyun. (Çocuklarının geleceği hayali ile girişimciliğe atılıp eşinden boşanan ve çocuklarını sadece haftasonları görerek her şeyi kaçıran bankamatik ebeveynlerine dönüşmeden önce)
Yaşayan Ölüler ve Her Gün Yeniden Doğanlar
Bunca yazdıktan sonra haliyle yazının başına dönüp ilk paragrafta yazdıklarına tekrar bakıyor insan.
İyi ki öğütler vermek istememişim. Demek ki öyle olsaydı bu yazıyı bir kitapçık olarak download edecektiniz. Ama buraya kadar gelmişken de dönmek olmaz sevgili okuyucu. Az daha lakırdı edip sessizliğe gömüleceğim merak etme...
İnsanın en başarılı olduğu konulardan biri kendini kandırma becerisidir. Bu beceri bazı insanlarda o kadar gelişmiştir ki bunlar girişimci olurlar. Bu beceri bazı girişimcilerde o kadar gelişmiştir ki bunlar da yaşayan ölü olurlar. Anlatayım:
Öncelikle bir girişimci sıfır noktasında şunu kabul etmelidir: Her ne halt ediyorsa etsin, yaptığı şey ürün yaşam eğrisine tabiidir. İyi de olsa kötü de olsa bir gün sonlanacaktır. Sonlanmak zorundadır. (Başlangıcı olan her şeyin bir sonu vardır Neo- Matrix)
İşte o anda ondan vazgeçmek; geçip gitmesine izin vermek; gerekir. Bu kimi zaman başarılı bir çıkış stratejisini uygulamak, kimi zaman serverları kapatmak, kimi zaman da geriye kalan ne varsa yakmakla olur. Ama mutlaka olmalıdır. Aksi halde hiç farkına varmadan yazının ortalarında değindiğimiz “bir milyoncu” olarak yaşamınızı sürdürmeye başlarsınız. İşin kötü tarafı bunu farketmezsiniz bile. Kendinizi kandırmaya o kadar odaklanmışsınızdır ki dışardan gelen uyaranlara bile cevap veremez olursunuz. Çevrenize bir bakın, girişimciler arasında en çok görülen hastalıktır yaşayan ölüye dönüşmek. O yüzden girişim fikrine odaklanırken dikkat edin. Nitekim fikre aşık olmak tıpkı birine aşık olmak kadar tehlikelidir, ama bir insana aşık olmanın mutlu sonla bitme olasılığı varken iş fikrinize aşık olmanın sonu her halukarda ölümdür. Üstelik yaşayan ölü olarak hayatınızı sürdürmek pahasına. Oysa ki “Doğal Girişimci” her zaman geçip gitmesine izin verendir.
O yüzden “Doğal Girişimci” sadece başarısızlıklarında küllerinden değil; her gün yeniden doğar. Çünkü ancak her gün yeniden doğmakla gelişebilir. Eninde sonunda öleceğini bilen herkes gibi, girişimci de eninde sonunda işinin öleceğini bildiği için (ama bir kahraman ama bir zavallı olarak farketmez) her gün yeniden doğmak zorundadır.