Sizin için 'en iyisini bilen' eğitim platformu
Mert Bulut (MB): Etohum söyleşilerinde bugün İyibilir.com’un Etohum Garaj’daki ofisindeyiz. İyibilir kurucusu Faruk Erdoğan bizlerle. Faruk Bey hoş geldiniz. Önce sizi biraz daha yakından tanıyalım.
Faruk Erdoğan (FE): Hoş bulduk. Ben Faruk Erdoğan, Yeditepe Üniversitesi Görsel İletişim ve Bilişim Sistemleri mezunuyum. Eğitimimin son döneminde Kanada’ya gittim, orada işletme okuduktan sonra Türkiye’ye döndüm. Ve döner dönmez de Türkiye’de e-öğrenme alanında lider bir firma olan Enocta’da çalışmaya başladım. Türkiye’nin ilk e-öğrenme şirketlerinden bir tanesi. Enocta’da bir süre çalıştıktan sonra Adobe’nin, IBM ve SAP gibi şirketlerinin yazılım distribütörü MedyaSoft’ta çalışmaya başladım. Orada e-öğrenme ürünlerinden sorumlu ürün yöneticisi olarak çalışıyordum. Yani tamamıyla çalıştığım alanlar e-öğrenmeye dönüktü. Tabi bu süre zarfında büyük şirketlerin, işte Garanti Bankası, HSBC, büyük üniversitelerin altyapılarını oluşturmada rol aldık. Tamamıyla onların uzaktan eğitim noktasında neleri nasıl yapabileceğine dair altyapısal danışmanlık yaptık. Tabi ben bu zaman zarfında çok yurtdışına gittim, oradaki uygulamaları gördük, oradaki uygulamaları Türkiye’ye nasıl getirebiliriz diye baktık. Ama hep bugüne kadar yaptığımız şeylerden bir tanesi de geçmiş yazılımları Türkiye’de pazarlamaktı ve onların eksik yanlarını görmekti. Ve daha sonrasında ben dedim ki, onlardan biraz daha iyisini yapabiliriz. İşimden ayrılıp, İyibilir’i kurduk. Bir ortağımla beraber, Mehmet’le birlikte. Şu an Girişim Fabrikası’nda çalışmalarımıza devam ediyoruz.
MB: İyibilir nedir, nasıl hizmet verir, algoritma yapısı nasıldır, biraz bahseder misiniz?
FE: İyibilir aslında bir eğitim projesi. Temel düzeyde bir eğitim öğretim programı var içerisinde. Yani eğitim alan kişilerin gelişim süreçlerini takip edebileceği bir platform. Bu platform içerisindeki en önemli ayrıştırıcı özellik de bir algoritma. Aslında biz bu algoritmayla kişileri bir şekilde tanıyarak, o kişilerin alması gereken eğitimleri bulmaya çalışıyoruz. Buradaki kullandığımız en önemli etken de Facebook veya Twitter veya Linkedin’deki sosyal profilleri. Yani bir kişi bizim sistemimize Facebook’la login olduktan sonra, onun beğendiği sayfalardan tutun da, bugüne kadar profiline eklemiş olduğu bilgilerden bir analiz çıkartıp, o kişinin alması gereken eğitimleri göstermeye çalışıyoruz. Burası bizim ar-ge kısmımız. Mesela bir kişi yeni mezun olmuştur ve bir yerde iş hayatına başlıyordur. Hangi sektör olduğunun bir önemi yok, hangi alanda çalıştığının bir önemi yok, bir kişi yeni mezun olur olmaz iş hayatına başlamışsa, o junior pozisyonunda işe başlamış demektir ve junior pozisyonundaki kişilerin alması gereken eğitimler temelde bellidir. Ve biz o kişilere temelde alması gereken eğitimleri söylüyoruz. Veya bir kişi pazarlama alanında çalıştığını söylemiştir ve pazarlama alanında da bütünleşik pazarlama üzerine çalışıyordur. Onunla ilgili alması gereken eğitimler, yapması gereken çalışmalar, katılması gereken konferansları bir şekilde ona göstermeye çalışıyoruz. Veya kullanıcı şu anda junior olarak pazarlama departmanında çalışmaya başladı ama hayali bir gün pazarlama direktörü olmak. Ve bu boyutta baktığınızda bu hedefe ulaşması gereken süre zarfında arada geçen süreçte hangi eğitimi almalı, neler yapmalı, biz o kişiye sunmaya çalışıyoruz, asıl amacımız bu. O kısım şu anda alfa yayında.Kapalı olarak bizim tarafımızda test ediyoruz. Orada bize kariyer.net’in eski insan kaynakları direktörü Altuğ Örnek destek oluyor,çok sağ olsun. Çünkü böyle bir projeyi yaparken kişinin alması gereken eğitimleri İnsan Kaynakları boyutunda bir danışmanla çalışarak belirlemeniz lazım. Yazılımsal düzeyde bir sorun yok, biz onları yazabiliyoruz ama dışarıdan destek aldığımız danışmanlarla da algoritmanın doğru sonuçları gösterebilmesini istiyoruz bu noktada. İyibilir’e nasıl başladık: Çevremde çok fazla insan, çok fazla arkadaşım, bir şekilde iş hayatında çalışıyor ama sadece verilen görevleri yapmaktan ibaret, görevler sürecinde neleri yapmaları gerektiği, hangi eğitimi alıp,sonraki iş pozisyonuna nasıl sıçramaları gerektiğini bilmiyorlar.Hem onlara yol gösterici, diğer taraftan da bir eğitim kaynağı olabilecek bir platform kurmak istedik. Aslında çevremdeki insanlarda, ben dahil en büyük acı buydu. Yani mezun olduğumuzda ne yapacağız? Ya da bir iş hayatına başladık, iş hayatında kimse sizin elinizden tutup, sen bu eğitimleri al, bunu olmak istiyorsan bunları yapmalısın gibi bir yönlendirmede bulunmuyor. Çok kurumsal bir şirkette çalışmıyorsanız, sizin almanız gereken eğitimler de size söylenmiyor. Ama kurumsal firmaların çoğunda yine almanız gereken eğitimler bellidir.Geniş bir vizyona sahip olmak için, farklı eğitimlerle de kendinizi geliştirmeniz gerekiyor, bu herkesin en büyük sıkıntısıydı. Ve ürünü şu anda geliştirmeye devam ediyoruz, hala beta aşamasında. İnşallah eylül-ekim gibi de bir lansman yapıyor olacağız.
MB: Fikrin doğuşundan bugüne kadar olan süreci, temel kilometre taşlarıyla, Etohum sürecini de dahil ederek anlatabilir misiniz?
FE: Tabii ki. Etohum’u biz zaten hep takip ediyorduk. Burak Hoca’yla tanışıklığım da İyibilir’den önceydi.Türkiye’de de gerçekten yeni girişimlere ön ayak olması açısından insanları cesaretlendiren bir organizasyon.Ben 30 yaşındayım ama çok daha genç kişilere baktığınızda, benden daha aktif olabiliyorlar, profesyonel hayata başlamadan bir şeyleri denemek istiyorlar. Ben tabi ki her zaman öncesinde bir kaç sene iş hayatını denemelerini tavsiye ediyorum,sonra kendi istediklerini yapsınlar diyorum.Çünkü çok fazla detay var; üç yıl da yetmez ama, minimum üç yıl denesinler derim. Çünkü e-postayla yazışmayı bile öğrenmek iş hayatında girişimciye çok büyük bir fark kazandırabiliyor. 2011′de ben kesin kararımı vermiştim zaten. Aslında baktığınızda benim içimde sürekli bir girişimcilik ateşi vardı. Bu Türkiye’deki ilk grup alışveriş siteleri Grupanya, Şehir Fırsatı, onlardan daha önce ben Kipur diye bir site açmıştım. Ve o zaman da profesyonel hayatta çalışmaya devam ediyordum. Burak Hoca’yla tanışıklığımız orada başlıyor aslında. Türkiye’nin ilk grup alışveriş sitesidir o. Şehirfırsatı’nın eski genel müdürü Emre Ekmekçi de derdi hep, ilk siz açtınız ama o çok tecrübesizliğe geldi diye, işte marka tescil edilmemişti, geldi biri tescil etti, girişim boyutunda organizasyon tam oturmamıştı, görevler yetkilendirilmemişti, reklam bulmakta zorlanıyorduk, sonra o projeyi biz drop ettik.
MB: Sektöre ilk girmek bazen avantaj olmayabiliyor demek ki.
FE: Aynen öyle, olmayabiliyor. Gerçekten ekibi çok iyi ayarlamak lazım, orada çok fazla değişken vardı ve ben MBA de yaptığımda, MBA’yi yaptıktan sonra o şirketi kurmuştum ama MBA’de öğrendikleriniz aslında size gerçek hayatta çok fazla fayda sağlayamayabiliyor. Ama gerçek bir girişimde tokadı yediğinizde, bir sonraki girişiminizde o hataları yapmamaya çalışıyorsunuz. Etohum da bu boyutta geçmiş girişimcilere baktığınızda, kaliteli girişimciyle, gerçekten girişimlerini daha fazla devam ettiremeyen girişimleri gördüğünüzde, siz de orada hata neydi diye sorguluyorsunuz. Baktığınızda biz aslında hep iyi girişimleri konuşuyoruz, önde olanları konuşuyoruz ama aslında çıkartmamız gereken dersler hep o kapanan girişimlerde bana kalırsa.
Biz Aralık’ın ilk aylarında Etohum’la tanıştık, 2011′de. O zaman fikri anlattık, ortada hiç ürün yoktu. Burak Hocalar’la da konuştuğumuzda, Kerim Türel’le birlikte mülakata girdik. Orada mülakattan geçtiğimiz haberi geldi, ilk 40′a kaldığımız haberi geldi.Antalya’da yer aldık, orada ilk 15 vardı genellikle. Antalya çok güzeldi, Etohum anlamında.Özellikle Türkiye’de ben girişimci ekosisteminde Burak Hoca’nın yerinin çok önemli bir yerde olduğunu düşünüyorum. Çünkü hiçbir network yok ki, size hiçbir vaatte bulunmadan, hiçbir şekilde karşılık beklemeden, hem yurtdışından, hem Türkiye’deki yatırımcılarla, Antalya gibi bir yerde, sizi bir araya getirebilsin. O anlamda mükemmel bir tecrübeydi orası. O kamp çok güzeldi. Ve daha sonrasında orada Murat’la bir araya geldik. Buradaki Girişim Fabrikası’ndan Murat Tortopoğlu’yla. Kendisi bizi Fabrika’ya davet etti. O sırada ofis arayışımız vardı. Zaten biliyorsunuz, girişimlerde bir ölüm vadisi denilen bir alan var. Girişimin en zorlanılan kısmı bu. İşte ofis ortamları olsun, personel giderleri olsun, o kısımları sağlıklı atlatmak gerekiyor. O anlamda da Etohum’un da Garaj’ı olarak, biz de buraya geldik. Ve burada çalışmalarımıza devam ediyoruz.
MB: Etohum Garaj’a ne zaman yerleştiniz?
FE: Buraya tam 1 Mart’ta yerleştik. Çok olmadı aslında. Ürünü 19 Mayıs’ta çıkarttık. Bir ay gibi bir sürede ürünü hazırladık, kendi içinde alfa testleri yaptık, 19 Mayıs’ta da yayına verdik. Bugünü tercih ettik, anlamlı bir günde açalım dedik.
MB: Biraz projenin içine girelim o zaman. İyibilir şu an, finans, pazarlama, İK, kişisel gelişim, dil eğitimi, teknoloji, yönetim, sınavlara hazırlık gibi alanlarda eğitim vermekte. Eğitim vermek üzere eklemek istediğiniz başka ne gibi alanlar olacak. Bu doğrultuda İyibilir’in varmak istediği nokta nedir?
FE: Şimdi öncelikle biz İyibilir’i bireysel tarafta kişilerin kendi gelişimi için kullanabileceği bir platform olarak konumlandırmaya çalışıyoruz. Bunun içerisinde bahsettiğiniz alanların tamamını biz bir platformdan kullanıcıya sunmak istiyoruz. Ama bizim buradaki asıl amacımız, gelişim ve eğitim alanındaki bir çok noktaya dokunabilmek, bizim uzun zamandır girmeyi istemediğimiz bir K12 bölümü vardı. Birinci sınıftan lise son sınıfa kadar olan bir alanda, biz hiç yer almak istemiyorduk, ama görüştüğümüz birçok gerek yatırımcı, gerek şirket sahibi danışmanlarımız, o tarafta da bir şeylerin denenmesi gerektiğine dair vizyon kattı.Sonuçta biz bir eğitim öğretim sistemi tasarlıyoruz günün sonunda, ve bu platformlar üzerinden eğitimler alınabiliyor. Bu eğitim platformunun içerisine siz hangi eğitimleri koyarsanız, artık o platform o eğitimleri sunabilir.Planımızda K12 düzeyinde,ilk öğretim ve lise çağındaki öğrencilere de bir eğitim sunmak var.
MB: Özel ders gibi mi?
FE: Özel ders gibi, aynı zamanda birebir canlı sınıflarda, hocalarla eğitim yapabilmek gibi bir amaç. Burada tabi ki bizim en önemli farklarımızdan bir tanesi, sadece video eğitim sunmuyoruz.Şu an yayında hiç eğitimimiz yok ama, birebir webinar dediğimiz eğitimler var. Eğitmenle siz aynı sınıftasınız ve eğitmene soru sorabiliyorsunuz, bu tarz bir platform var bizde. Webe bağlandığınızda, eğitmen sunum üzerinden eğitimini anlatırken, aynı zamanda siz takıldığınız yerde soruyu ona sorabiliyorsunuz. E tabi ki bu sınıflarda 50-60 kişi olabiliyor. En son Burak Hoca’nın dersini 190 kişi almıştı, Etohum’u anlatırken. Baktığınız zaman bir de kurumsal ayak var. Biz şu anda kurumsal yapılarda ve üniversitelerde kullanılabilecek bir eğitim öğretim sistemi platformu olarak konumlandırmak istiyoruz İyibilir’i. Ve burada da software as a service dediğimiz, cloud’la çalışan bir eğitim öğretim sistemine yaklaştırmak istiyoruz bu boyutta. Ama bunların tamamı faz halinde devam ediyor. Herhalde 2013′te biz, ilk öğretim ve lise ve kurumsal tarafta da bir çözüm sunuyor olacağız. İlk olarak Eylül 15 gibi, İyibilir’i tamamen istediğimiz özellikleriyle çalışabilir hale getirmeye çalışıyoruz. Ve ondan sonraki süreçte de kurumsal platformları ve eğitim platformlarını açıyor olacağız.
MB: Biraz online eğitim dünyasından bahsetmek gerekirse, online eğitimin dününü bugününü yarınını nasıl yorumluyorsunuz?Türk kullanıcısı bu noktada dünyayla kıyasladığınızda nasıl konumlanmakta?
FE: Güzel bir soru, özellikle son kısmı daha güzel. Dünyaya baktığınızda aslında online eğitim, uzun zamandır yapılan bir şey. 15-20 yıl geriye dayanıyor. İlk başta Çin’de mektupla eğitimle başlıyor. O bile uzaktan eğitim aslında. Çünkü Çin’in nüfusu öyle bir seviyede ki, onları eğitmek o kadar kolay değil. Türkiye’ye baktığınızda, açık öğretim fakültesi var, aslında bugünkü elektronik anlamda uzaktan eğitim olmasa da, ilk uzaktan eğitimi başlatan da onlar, yine mektupla eğitim veriyorlar. İngiltere’de Open University var, yani açık üniversite yine aynı şekilde mektupla eğitim veriyor, kitapları bir şekilde gönderiyor ve sınavlar için çağırıyor bir merkeze. O günlerden bugüne zaman nasıl işledi dersek,TRT 3′te konuşan kafalar vardı, hocalar sürekli tahtanın önünde ders anlatırdı; o boyuttan artık elektronik ortamdaki bazı eğitimlerin sunulmasına kadar geldi. Özellikle Türkiye’ye baktığınızda da online eğitimi en etkin kullanan kısım finans sektörü. Çünkü tek eğitime odaklı ya da ürünü insan olan başka bir sektör yok, bu kadar yoğun bir şekilde. Çünkü siz para alıp gönderiyorsunuz ve bu işi yapanlar sadece insanlar, o yüzden sürekli onlara eğitim vermeniz, onları güncel tutmanız gerekiyor ve bu boyutta da online eğitim, finans sektörü ve bankalar için bulunmaz nimet. Çünkü siz bir çalışanı,sahadaki çalışanlarınızı İstanbul’a çağırdığınızda, otel masrafı, uçak masrafları, o eğitim sınıfının masraflarını tamamıyla ortadan kaldırabiliyorsunuz. Yüzde 40 ile 60 arasında bir maliyet tasarrufu sağlıyor size online eğitim. Türkiye’deki örneklerine baktığınızda yine en büyükler, Garanti Bankası, İş Bankası gibi firmalar, ilk olarak online eğitime başladılar ve daha sonrasında son dönemlerde de Türkiye’de son beş yılda her üniversite online eğitime geçmeye çalışıyor ki, kendileri kaynak yaratabilmek için. Bu boyutta diğer soracağın soruyu cevaplayacak olursak, dünyayla Türkiye arasındaki online eğitim alanındaki farklara baktığınızda, biz okumayı seven bir toplum değiliz. Türkiye’de kişi başı kitap okuma oranı yaklaşık 3 saniye civarında. Ama bu Avrupa tarafında kişi başı 2-3 dakikaya kadar çıkabiliyor. Şimdi bu neden önemli? Sizin Almanya’da sunduğunuz e-öğrenme içeriğiyle Türkiye’de sunduğunuz e-öğrenme içeriği birbirinden farklılık gösteriyor. Almanya’da daha çok text ağırlıklı öğrenme içerikleri varken, Türkiye’de kullanıcıyı pedagojik açıdan ekrana bağlayabilmek için daha bir senaryo içine yedirilmiş eğitim hazırlamanız gerekiyor. Bu sebepten dolayı Türkiye’deki eğitim içeriklerine baktığınızda, dünyadan gerçekten farklılık göstermekte. Daha animatif, daha çizgi filmvari içerikler var. Ama yine de bir şekilde yedirilmeye çalışılıyor bilgi içine.Okuma oranı düşük ülkelerin, okuma oranı yüksek ülkeler arasındaki en büyük fark aslında bu, eğitim içeriği boyutunda. Ve oradaki sorumluluk biraz daha fazla. Bana ‘neden online eğitim, neden e-ticaret değil, neden çanta, ayakkabı satmıyorsun’ diye soruyorlar. Birincisi benim bildiğim iş, uzaktan eğitim. Ben 5 yıla yakın, hep profesyonel hayatta uzaktan eğitim odaklı çalıştım ve bu işin detaylarını, ürünlerini bildiğimi düşünüyordum. E tabi ki her işin çok farklı incelikleri var departmansal boyutta. Ve eğitimi de gerçekten hayatı ve dünyayı etkileme boyutunda en önemli faktör olarak görüyorum ben,şahsi görüşüm. İyi yetişmiş bir insan, her şeyi temelinden değiştirmeye inançlı bir insandır. O yüzden maddi bir proje yapmaktan ziyade, gerçekten sosyal sorumluluk yönü yüksek, maddi getirisi olan bir proje yapmak beni daha çok heyecanlandırmıştı. Türkiye de zor bir pazar bunun için, bunu samimiyetle söylemek gerekirse. Amerika’da olsanız, çok daha farklı bu işler.
MB: Biraz önce özellikle finans alanında online eğitime duyulan gereksinimin yoğunluğundan bahsettiniz. Mesela Garanti örneğini verdiniz. Garanti’yi ele alalım. Sizin isteğiniz, Garanti’nin sizinle birlikte çalışarak, çalışanlarına sizin aracılığınızla eğitim vermesi mi?
FE: Ben Garanti’yle çalışırken -tabi Garanti’yle ilgili fazla bilgi vermem doğru olmaz- ben o sırada Enocta firmasındaydım. Garanti’yle ilgili çalışmaları yürütüyordum.Garanti Bankası’na baktığımızda bizim onlara verdiğimizde iki temel ürün vardı. Bir tanesi eğitim altyapımızı veriyorduk. Bunu o şirketin kendi içindeki bir Facebook gibi düşünebilirsiniz. Bu onların sistemine entegre ettikleri bir yazılım. Bunun dışında da verdiğimiz katalog eğitimlerimiz vardı. İletişim becerileri, kot pantolonlu yönetici, finanssal temeller, finansçı olmayanlar için finans gibi bazı temel katalog eğitimlerimizi de bu altyapı içine yüklüyorduk ve o firmaya anahtar teslim çözüm sunuyorduk o zamanlar. Bu tarz büyük kurumlarla altyapı çalışmalarında biz onları destekleyici bir unsurduk. Ama eğitim içeriği boyutuna baktığımızda, o dönemde Enocta sektörün önde gelen firmalarıyla içerik hazırlıyordu,Baltaş’larla beraber, ya da finans sektöründe isim yapmış farklı firmalarla, konu uzmanlığı dahilinde içerik yönetmeye çalışıyordu. Ve şu anda bu boyutta onlar iyi bir yerdeler.Enocta Türkiye’nin en büyük ilk 100 şirketine odaklanıyor baktığımızda, bizim asıl istediğimiz alan biraz daha eğitimi tabana yayabilmek. Yani hem ilk öğretim düzeyinde, hem de kobi boyutunda 50 ile 100 arası çalışanı olan, 100 ile 200 arası çalışanı olan firmalara çok daha kolay çözümler sunabilmek online eğitim tarafında. En büyük amaçlarımızdan biri de bu şu anda.
MB: İyibilir modelinde, yalnızca sistem dahilinde eğitim verilmiyor, kullanıcının hedefleri doğrultusunda hangi eğitimleri alması gerektiğine dair bir yol haritası da çıkarılıyor. Dolayısıyla kullanıcı eğitimini dilediği başka bir mecradan sağlayabiliyor. Bu noktada özel eğitim kurumlarıyla koordine bir çalışmanız olacak mı?
FE: Görüştüğümüz bazı eğitim firmaları var. Biz bir platformu yarattıktan sonra, bizim artık bunun içine eğitim yüklememiz çok daha zor. Bir yandan platform geliştirmeye uğraşırken, bir yandan da eğitim içeriği üretmeye çalışmak çok zor bir süreç ve meşakkatli bir iş. O yüzden görüştüğümüz eğitim firmaları var. Biz İyibilir.com’u, herkesin eğitimlerini pazarlayabileceği bir pazar yeri haline getirmek istiyoruz. Bunun içerisinde üniversiteler de dahil, sektörün içindeki isim yapmış eğitim firmaları da dahil. Bu sebepten dolayı kariyer planlama kısmında bazı sonuçları alan kullanıcının bizde bazı eğitimleri bulamayabileceği bir noktada aşikar olabilir. Biz zaten ona hiçbir zaman demiyoruz ki, sen bu eğitimi buradan al. Dışarıdan da alabilirsin sen bu eğitimi. Farklı bir firmadan, bir üniversiteden, üniversitenin sürekli eğitim merkezinden sen bu eğitimleri tedarik edebilirsin. Ama günün sonunda baktığınızda, bizim asıl yapmak istediğimiz, eğitim kurumlarının eğitimlerini verebileceği bir alan yaratabilmek ve buradan da tüm kullanıcılara istedikleri eğitim, ya da ürün yelpazesi içindeki her ürünü bulmalarını sağlamak istiyoruz.
MB: İş modelinizden bahseder misiniz, modelinizde bir geliştirme planlıyor musunuz?
FE: İş modeline aslında, şu anda freemium gidiyoruz. Freemium dediğimiz şey de tamamıyla kullanıcılara sistemi test etmeleri için, ya da üye olmaları için ürünü bedava sunuyoruz. Burada da aslında hem yatırımcılardan, hem de Burak Hoca’dan büyük baskı var, artık paralı bir şeyler yapın diye. Bir süre sonra artık tamamen ücretli eğitimlerimizi yüklemeye başlayacağız sisteme. Gelir modelimiz tamamıyla eğitimlerin satışı yönünde. Siz bugün bir eğitim aldığınızda, 60 TL’ye alabileceksiniz, mesela dışarıda alacağınız birkaç günlük bir eğitimi. Bugün piyasaya baktığınızda bir zaman yönetimi eğitimi 100 liradan 400 liraya kadar bulmak mümkün, ama bunu İyibilir altında 30 TL’ye bulabileceksiniz örneğin. Ya da daha spesifik anlamda bir proje yönetimine dair eğitim 3 bin liradan başlarken, bunu İyibilir altında 400 liraya bulabilmenizi istiyoruz. Bu sebepten dolayı da, gelir modelimiz tamamıyla o eğitimin pazarlanması yönünde bir gelir modeli olacak. Bu boyutta farklı çalışmalar da denemek istiyoruz. Kurumlara gidip, eğitimleri pazarlamak gibi olsun veya bazı eğitimlere sponsor alıp, o eğitimleri ücretsiz sunabilmek gibi olsun, bazı gelir modelleri oluşturmak var aklımızda. Tabii ki işin içine girdiğiniz zaman, işin en zor kısmı orası. Bunları hayata geçirip, bu kazancı elde etmek biraz zor. Şu anda öz sermayeyi kullanıyoruz, benim öz sermayemi kullanıyoruz ekibin masraflarını karşılamak için, şu an içeride altı kişilik bir ekibiz. Ama baktığınızda gelir modelinde kara geçmek, belki başa baş noktasına gelmek, benim gördüğüm kadarıyla çok uzak değil. Gelir modellerinde de genellikle kabul görmüş belli gelir modelleri var,bambaşka bir gelir modeli planımız yok.
MB: Pazarlama demişken, Türkiye’de online eğitim nasıl yaygınlaşır, bu konuda bir çalışmanız var mı, bu konu dahilinde nasıl bir pazarlama stratejisi kurguluyorsunuz?
FE: Şimdi bizim aslında ilk hedef kitlemiz üniversiteler. 22 yaşından başlayıp, 45 yaşına kadar olan insan grubu. Ve burada bizim hedeflediğimiz asıl grup da daha önce bilgisayar üzerinden bir online eğitim, ya da benzeri bir şey, almayı düşünmüş, almış kimseler. Bu sebepten dolayı eylül ayıyla beraber, üniversitelerde bir tanıtım programı oluşturmayı düşünüyoruz arkadaşlarımızla birlikte. Burada ilk etapta İstanbul üniversiteleriyle başlayacağız. Buradaki üniversitelerdeki kulüplerle işbirliğine girerek bir online eğitimin ne olduğunu, kulüplerle birlikte, onların organize edeceği etkinliklerde İyibilir sertifikalı eğitimler sunmayı istiyoruz. Burada hem eğitim firmasının, hem de İyibilir’in altına imza attığı bir katılım sertifikası vermek istiyoruz. Çünkü bugün Amerika’da yapılan bazı akademik araştırmalar, online eğitimin örgün eğitimden daha iyi olduğunu ispatladı. Bu akademik araştırmalara baktığınızda en önemli faktörlerden bir tanesi de, herkesin öğrenme düzeyi aynı değil. Sizinle ikimiz aynı sınıftayız. Siz benden daha iyi öğrenebilirsiniz, ben sizden daha yavaş öğrenebilirim. Ama sınıftaki eğitmen, sınıfın belli bir ortalamasına göre eğitim anlatmak zorunda kalıyor. Bu sefer çok hızlı öğrenen biri o derste sıkılabiliyor, veya çok yavaş öğrenen birisi arkadaşlarına yetişemeyebiliyor. Bu sebepten dolayı online eğitim aslında kişinin kendi kendini eğitebilme motivasyonu varsa eğer örgün eğitimle kıyaslandığında daha başarılı olabilecek.Bunu bana herkes soruyor, ben şimdi yüz yüzeyken sizin hareketlerinizi, mimiklerinizi görüyorum, benim yaptığım konuşmanın ne kadar sıkıcı olduğunu ya da ne kadar keyif verdiğini sizin suratınızdan anlamam söz konusu, ama bunu online eğitimde yakalamak söz konusu değil. Örgün eğitimin hayattaki en önemli etkilerinden bir tanesi sınıf arkadaşlarınızla etkileşime geçebiliyor olmanız. Bir gün siz sınıftan birine teklif ediyorsunuz, o kabul etmiyor, siz hayata küsüyorsunuz, öbür gün arkadaşlarınız alıyor sizi dışarı çıkartıyor. Online eğitimde böyle şeyler mümkün değil. Örgün eğitimin böyle bir etkisi de var, sosyal bir yanı var, sizi hayata daha çabuk alıştırabiliyor. Ama birisi sizi terslediğinde, o duruma takınmanız gereken tavrı daha önceden öğrenebiliyorsunuz, bu çok önemli aslında. Ama online eğitimde de şu avantaj var, insanlar online eğitim alırken, aynı zamanda bir şirkette de çalışmaya devam edebiliyor. En büyük boyutlarından bir tanesi de bu. Türkiye’de lisans düzeyinde bazı eğitimleri veren üniversiteler var, bunlar online eğitimle lisans diploması veriyor ve onun üzerinde online eğitim yazmıyor. Kişi için ne gibi bir avantaj var? Saat 7 ile 10 arasında derslerini alıyor, 6′ya kadar bir şirkette full time çalışarak başlıyor ve 4 sene önce birisi mezun olup, iş hayatına başladığında o kişi sadece 4 yıllık bir diplomaya sahipken, öbürü 4 yıllık diploma artı 4 yıllık iş tecrübesine sahip olabiliyor. Bu da çok büyük bir avantaj. Dünyada çok sayıda üniversite online eğitim veriyor. Özellikle Amerika’da baktığınızda Phoenix üniversitesi, bu en yaygın üniversitelerden bir tanesi. Gece okulu olarak kadınlara, ev hanımlarına eğitim vererek başladı ve şu anda 7 milyar dolarlık bir piyasa değeri var.
MB: Bill Gates’in online eğitim sayesinde bir gün herkesin Harvard mezunu olabileceğine dair bir iddiası var.
FE: Onu ilk defa duyuyorum. Ama olmaması için hiçbir sebep yok, onu samimiyetle söyleyebilirim. Yani MIT olsun, Harvard olsun, Stanford olsun, Oxford olsun sürekli online eğitime dair bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. O bile aslında bir iki yıllık bir hareketlilik. Ama online eğitim bundan çok daha eskiye dayanıyor. Bu hareketliliğin bir sebebi de orada çok büyük bir pazarın oluşması. O üniversiteler de o pazarı kaybetmek istemiyorlar. Çünkü Stan Blank’e göre gelecekte değiştirilmesi gereken en önemli ürünlerden biri üniversite. Diyor ki son yüzyıldır hiçbir zaman çalışma şeklini değiştirmeyen bu kurumun artık değişmesi lazım. O yüzden benim masaüstüme bakarsanız bilgisayarımda, ‘one aim: replace universities’ yazar. Yani, üniversitelerin yerini alacak bir ürün geliştir. Girişim Fabrikası’nda biz hep bunu konuşuyoruz, sonuçta o hayal için şu anda çırpınmak çok zor, sonuçta İyibilir bizim için bir beta ortamı, gerçekten kullanıcılar bunu alıyor mu almıyor mu, ama bundan belki de 5 yıl sonra, ben veya arkadaşlarım gerçekten üniversitenin yerini alacak bir ürün için Amerika’da birkaç yatırımcının kapısını çalabilecek bir vizyona ve hayale sahip olacağız. Pazarlama boyutuna tekrar dönecek olursak, dünyada bunu kabul ettirmek çok zor, Türkiye’de de bunu kabul ettirmek çok zor. Burada kurumlara çok büyük görev düşüyor, benim şahsi fikrim. Online eğitimde, bazı eğitimleri kullanıcıya sunabilmek, bunun karşılığında sertifika verebilmek, en azından online eğitim tarafındaki saygınlığı biraz daha yükseltecektir diye düşünüyorum. Biz elimizden geldiğince, ‘e-learning day’ tarzında böyle sürekli günler düzenleyerek akademisyenleri bir araya getirerek e-öğrenmeyle ilgili neler yapılabilir onları tartışabiliyor olmak istiyoruz.
MB: Şu ana kadar kullanıcı istatistikleri ne durumda?
FE: İstatistiki olarak baktığınızda aslında çok büyük bir reklam yatırımı yapmadık, ya da pazarlama alanında çok büyük bir maliyet unsuru yok bizim için. Bugün ne Google’a reklam veriyoruz, ne de Facebook’a. Ona rağmen 2 bine yakın üyemiz var. Yaklaşık olarak bunların % 13′ü tekrar geliyor, aktif kullanıcılar. Ve aktif kullanıcılar boyutunda baktığınızda, en önemli değişken de orada, siteye şu anda çok hızlı içerik yükleyemediğimiz için üç kere gelen dört kere gelen artık arayı açmaya başlıyor. O yüzden birbirini tetikleyen iki unsur, içerik ve reklam. Biz eylül-ekime kadar, lansmana kadar, içeriği zenginleştirip, daha sonra Google ve Facebook gibi pazarlama araçlarını kullanmaya başlayıp, daha sonra dışarıda yaygınlaştırmak istiyoruz. Profile baktığınızda şu anda, % 70′e yakını 30 yaşın altında. Bu bizim için önemli bir fikir veren bir unsur. Kadınlar, azınlıkta. Tam detaylı rakamlarını bilemiyorum şu anda. Yaş ortalamasına baktığımızda 30 yaşın altında olan erkeklerin çoğunlukta olduğunu görüyoruz. Bu biraz da aslında Türkiye’de internet dünyasındaki her mecrada geçerli bir istatistik. Bizim yaptığımız şey aslında bir sosyal bir platform yaratmaya çalışıyoruz, bugüne kadar benim Türkiye’de pazarladığım hiçbir eğitim öğretim altyapısı sosyal değildi. Bugüne kadar üretilmiş bir yazılımdı, ancak içerisine sosyal toollar hep sonradan eklenmişti. Ama biz sıfırdan sosyal bir eğitim öğretim altyapısı tasarlamaya çalışıyoruz ve bu sebepten dolayı da bir eğitimi inceleyen erkek, o eğitimi daha önce almış bir kadını gördüğünde o kadının profiline tıklayıp o eğitimden uzaklaşabiliyor, bunu da fark ettik mesela. Yani dikkatini dağıtan farklı bir şey olduğunda, o kişi olaydan kopup başka bir yere gidebiliyor. Bunlar da bizim test ettiğimiz şeyler, pedagojik açıdan eğitim alan öğrenciyle ekran arasında çok fazla bir bilgi olmaması lazım. Oraya siz birisinin kafasını koyduğunuz anda, ona tıklama merakı oluşuyor, oradan da çok farklı yerlerde bulabiliyor kendisini kullanıcı. Bu gözlemlediğimiz bir şeydi, o yüzden tasarımımızı bunu biraz daha minimize edecek şekilde yenilemeye çalışıyoruz.
MB: Genç girişimcilere ve girişimci adaylarına buradan neler söylemek istersiniz?
FE: Benim şahsi fikrim, konuşmamın arasında da söylemiştim, kurumsal hayatta bir şeyleri biraz denemeliler. Çünkü bizim kuşağımız, 80′den sonra doğmuş olanlara baktığınız zaman, hiçbirimiz artık eskisi gibi çalışmıyoruz. Benim çalıştığım ilk firmada titleım yoktu. Bana ne deneceği bilinmiyordu. Onlar aslında yeni dönemin yönetim anlayışını test ediyorlardı ve gerçekten de işe yarıyordu. Şimdi siz bir işe girdiğinizde, herkes saygı çerçevesinde yöneticisini bilir, ilgili kişilerin geçirmiş olduğu yıllara göre tecrübesini bilir.Bbir sonraki işimde bu sefer title geldi. Ürün yöneticisi dendi. O biraz daha geleneksel yapıda bir şirketti. O yüzden ben her şirkette farklı opsiyonların görüldüğünü düşünüyorum. Bizim şirketimizde de title yok, herkesin yapması gereken görevler ve zamanlar var, ve elimizden geldiğince o görevleri deadline’lara göre yetiştirmeye çalışıyoruz; bunun içinde ofiste olmamıza çok şart olmayabiliyor. Bir kişi 10′da da gelebiliyor, 9 buçukta da gelebiliyor işe. Genellikle geç çıkıyoruz ama işten.
MB: O noktada aşırı mekanik bir yapı, organizasyonu hantallaştırıyor galiba.
FE: Dikey yapı, organizasyon büyüdüğü zaman oluşturulması gereken bir sistem, ama bugün lineer yapıda gelişmiş 500 kişilik şirketler de var. İki tane başkan, 500 kişi altta, onların yönetimini sağlayabiliyorlar. Ama diğer firmalara baktığınızda, genel müdür, direktör, müdür, yönetici, uzman diye gidiyor. Bu yapının içerisinde bizim kuşağımızın var olması, gerçekten sabır taşına dönmesine sebep oluyor. O yüzden benim girişimcilere en büyük tavsiyem, girecekleri işte çok fazla sıkılmasınlar, yaptıkları iş onlara çok keyif vermeyebilir ama o işin her detayını öğrensinler, kimle nasıl mailleşiliyor, kimle nasıl çalışılıyor, dışarıdaki iş bağlantıları nasıl kuruluyor, içerdeki iş bağlantıları nasıl oluyor, ne alınıyor, ne satılıyor, fatura gitmediğinde ne problem yaşanıyor, bunlar bir girişimi kurduklarında karşılarına çıkacak çok büyük sorunlar. O yüzden o sorunları iki üç yıl içerisinde kurumsal hayatta, riski onlara atarak, öğrenmeniz çok daha doğru. Çünkü kendi girişiminizi test ettiğiniz zaman çok daha pahalıya patlayabiliyor. Başaramaz mısınız, kesinlikle başarabilirsiniz, ben zaten hiçbir zaman sıfırdan iyi bir fikirleri varsa başlamasınlar demiyorum, ama o iyi fikri bulana kadar vakit varsa, daha bulmamışlarsa, girsinler kurumsal hayata ve denesinler. Benim bir diğer tavsiyem de girişimcilere, kesinlikle İngilizceyi öğrensinler. Söyleyebileceğim en önemli şey bu. Çünkü birçok girişimci geliyor, şunu satmak istiyorum bunu satmak istiyorum, soruyorum dünyada örneğini buldun mu, araştırmadım ama yoktur falan diyorlar. Bunu araştırabilmek için İngilizce bilmek çok önemli, vizyon katıyor size. Dışarıda ne yapılmış, bunu görmek çok önemli. Bizim buradaki toplantılarımızın bir kısmında, modellediğimiz bazı yazılımlar olabiliyor, direk onlarla telefonla konuşmak istiyoruz ve konuşuyoruz da, bu anlamda yabancı dile çok iyi hakim olmak lazım, düzenli birkaç dergiyi, gazeteyi takip etmelerini tavsiye ederim. Şu dönemde bir şeyleri okumak bile bir iş fırsatı doğurabiliyor. Yani ben ilk grup alışveriş sitesini Türkiye’de açtığımda o gün kafede sabah kahvaltı yaparken, gazete okurken,Milliyet ya da Sabah gazetesiydi, altta küçücük bir haber gördüm: “Groupon Amerika’da ses getiriyor” gibi bir şeydi. Türkiye’ye baktığımda yoktu ve çok hızlı bir şekilde uyarlamıştık. Ben o iş fikrini aslında gazeteden almıştım o anda. Bazen iş fikri yanınızda olabiliyor onu demeye çalışıyorum. Benim girişimcilere tavsiyem bu. İşbirliğine açık olsunlar, Türkiye’de ortaklık yapmak biraz zor. Herkes her şey benim olsun der, hepsi benim olsun, kimseyle paylaşmam, yapamayacağınız işleri hisse vererek paylaşmak çok önemli bir şey. Bu yüzden paylaşımcılığı öğrenmek güzel bir şey onlar açısından. Herkes eşitlik sağlayacaksa o boyutta, ortaklık yapılmalı diye düşünüyorum, bunu öğrensinler. Ve gerçekten onu yurtdışında çok tecrübe ettim, biz Türkler çok fazla beraber iş yapma yanlısı değiliz, ben Kanada’dayken projelerimizde hep 5 kişi falandık ve geç kalan hep biz Türkler oluyorduk. Çünkü oradaki ekip çalışmasına çok yatkın değildik.Yani Türkiye’deki eğitim kültürü buna uygun değil.Üniversitemde aldığım eğitimde de herkes bireysel proje yapıyordu, taş çatlasa iki kişilik proje yapılıyordu. Ama yurtdışında öyle değil, her derste beşer kişilik dörder kişilik gruplar var ve ekip işini orada öğreniyorsunuz, bence bu çok önemli. Söyleyebileceklerim bunlar şu an.
MB: Teşekkür ediyoruz Faruk Bey.
FE: Ben teşekkür ederim.