Prof. Dr. Erhan Erkut – Özyeğin Üniversitesi Rektörü
Yer: İstanbul Tarih: 25/12/2010 Konuşmacılar: Prof. Dr. Erhan Erkut Şirket: Özyeğin Üniversitesi Rektörü Konu: Etohum, 25 Aralık 2010, Microsoft Türkiye Ofisi, Etohum Kampı Konuşmacı: Prof. Dr. Erhan Erkut – Özyeğin Üniversitesi Rektörü (Videoyu İTÜ İşletme Mühendisliği öğrencisi Ufuk Balcı metine çevirmiştir, yazım hatalarını görürseniz lütfen bildirin) -Arkadaşlar sonunda tekrar bu noktaya geri geleceğim ama aslında Burak Türkiye’de girişimcilik ekosistemi için çok önemli bir şey yapıyor. Herkes bunun farkındadır umarım, biz de çok açık şekilde farkındayız. Şöyle bir sunum hazırladım: “Ben neden buradayım”a biraz girmek istiyorum. Ben de sizler gibi bir girişimciyim. Yeni üniversite kurmakla startup arasındaki ilişkilerden biraz bahsedeceğim. Sonra, “Girişimci üniversite konsepti nedir, nereden geldi?” bundan bahsedeceğim. “Türkiye’den girişimci çıkar mı?” gibi yarı provokatif bir soru soracağım ve biz bunu nasıl çıkarıyoruz, anlatmaya çalışacağım. Bu konuyla ilgileniyorsanız eminim kitap okuyorsunuzdur. Ben bildiğim her şeyi kitaplardan öğrendim. Eğer girişimcilik hakkında bir tane kitap okuyacaksanız, size önereceğim kitap “The Art of the Start”. Okumuş olanların ellerini görebilir miyim? 1-2? Yanlış yerdeyim galiba! Açılış chapter’ı herkesin, her girişimcinin yapması gereken beş şey. Para yapmaktan bahsetmiyor gördüğünüz gibi arkadaşlar. Anlam yaratmaktan bahsediyor, çok önemli. Ben de, üniversitede bunu yapmaya çalıştığımızı düşünüyorum. Misyon, yazmaktan bahsetmiyor, bir mantradan bahsediyor. Bir kelime, iki kelime: Girişimcilik Üniversitesi… Yola çık ve yürü diyor. Tamam, yola çıkıyoruz ve yürüyoruz. Ben biraz bağlantılardan bahsedeyim. Ben burada çok şanslı bir girişimciyim. Yatırımcı aramadım; yatırımcı beni aradı, buldu, ama yine “Hangi ürünlerle piyasada olacaksın, bu ürünler nasıl fiyatlanacak, hangi segmentlere gireceksin, nasıl gireceksin, hangi kanallardan tanıtım yapacaksın?” sorularının hepsi yeni kurulan bir üniversitede var. Dolayısıyla, mesela ben dün inşaat ihalesiyle uğraşıyordum, ince işle uğraşıyordum. Yeni bir üniversite kurduğunuz zaman “Kardeşim ben akademik CEO’yum, bunlara karışmam.” deme lüksümüz yok. Sonuna kadar işin içindesiniz, dolayısıyla hem girişimcilere destek olan bir üniversiteyiz, hem de girişimcileri kalben de anlıyoruz. Geçtiğiniz yollara benzer yollardan geçiyorum. Peki, bizim mantramız bu girişimci üniversite nereden geliyor? Girişimci olmayan üniversite olur mu? Başka üniversiteler neyin nesi? Üniversiteyi ilk kurmaya başladığımız dönemlerde tesadüfen –zaten tesadüfler hayatta hakikaten çok önemli- J.G. Wissema hocanın yazdığı Towards the Third Generation University adlı bir kitap elime geçti. Çok güzel bir şekilde üniversitelerin nereden gelip nereye gittiğini modelleyerek anlatıyor. Kafamda bir sürü bir şeyler vardı: Bir kuluçka merkezi kuralım, teknoparkımız olsun, girişimcilere destek olalım, şirketler kurulsun, üniversiteler ortak olsun… Bunların hepsi ortada bir yığın halindeydi. O kitap beynime bir disiplin verdi. O kadar beğendim ki, bunu Türkçeye çevirmemiz gerektiğini ve sonrasında bütün rektörlere göndermemiz gerektiğini düşündüm, bunu yaptık. Kaç tanesi okudu bilmiyorum ama şu anda hem Türkçesine hem İngilizcesine ulaşabilirsiniz. Türkçesini bizim üniversitenin book store’undan bile alabilirsiniz. Girişimci üniversite nereden geliyor diye birazcık tarih anlatmak istiyorum size. “Üniversite nereden geliyor?”dan başlıyoruz. Başlangıç çok suçsuz bir başlangıç aslında… Bilen insanlar bilmeyen insanlara bir şeyler anlatıyorlar, böyle bir ortam. Kuruluş 1000li yıllara gidiyor ve halka açık ders verme yetkisiyle ortaya çıkıyor. Kilise ve devlet… İki tane YÖK var diyelim size. İki tane regulatory body var. Birisi kilise, öbürü devlet… İlk üniversite 1158 Bologna, sonra Paris, Oxford. Yüzyılda yirmi üniversite açılıyor. Şimdi Türkiye’de yüz günde yirmi üniversite açıyoruz farkındaysanız. Bayağı bir yol aldık. Peki bu ilk üniversiteler nasıl, neyin nesi? Aslında kilisenin doktrinini öğretiyorlar bunlar. Kilisenin propagandacısı bu üniversiteler. Fakat çok ilginç bazı taraflarını fark ettim ve bunları sizinle paylaşmak istedim. Bologna’da mesela öğretim üyelerini öğrenciler işe alıyor. Bu hoca iyi, bunu alalım. Bu hoca iyi değil, bunu almayalım, bu hocanın kontratını yenilemeyelim. İlginç bir konsept. Paris’te rektör 4 ya da 6 haftalığına seçiliyor: Zengin olması lazım, dini bir cemaat üyesi olmaması lazım ve bekar olması lazım. Bu arada bir bana da uyuyor diye düşünüyorum. Adamın elinde bir baston var ve önde yürüyor. Zaman içerisinde ağırlık kiliseden devlete doğru geçiyor ancak bu birinci jenerasyonu özetleyen tabloda tek amaç var: Eğitimde, din adamı, katip, yazar yani profesyonel yetiştiriyorlar. Rolü, dini yaymak, hakikati savunmak, yöntem skolastik fakat Latince ve evrensel. Yani Paris’teki üniversiteye Fransa’dan, Almanya’dan tüm dünyadan insan gidiyor. 1000li yılların üniversiteleri böyle aşağı yukarı 600-700 yıl devam ediyor fakat bazı güçler nedeniyle değişmeye başlıyor. Matbaa bulunuyor, kitap basılmaya başlanıyor, coğrafi keşifler, Rönesans, reform ve bilim yavaş yavaş üniversitenin kapısını çalmaya başlıyor. Sonunda bilime yakın, araştırmaya yakın insanlar yetişiyor. Bilginin aktarmaya değil, bilginin kaynağına ulaşmaya yönelik şeyler gelişiyor. Buna da Humboldt Üniversitesi diyoruz, Berlin Üniversitesi. 1810’da kuruluyor. 800 yıl sürüyor yani bu tarzın kurulması. Üniversite 2.0 diyeyim ben size. Burada üniversiteler biraz geriye gidiyor aslında çünkü burada nation state oluşturma çabası içine giriyorlar. Lokal dili adapte ediyor. Yani o Latinceyle herkesin anlaşabildiği ortam kalkıyor ortadan ve üniversiteler ülke üniversitesi olmaya başlıyorlar. Endüstri devrimi sayesinde uzmanlaşma başlıyor, departmanlaşma başlıyor. Rektör, rektör yardımcısı gibi konseptlerin hepsi 1800lü yıllarda çıkıyor ortaya. Tabloya tekrar dönecek olursak, eğitimin yanına araştırma konuyor, dinin yanına da doğayı keşfetmek konuyor. Fakat ulusallık ve ulusal dillere doğru bir geri gidiş oluyor. 1810lardan 2000lere gelirken üniversite 3.0 ortaya çıkıyor. Bunu sağlayan güç ise eğitimin kitleselleşmesi ve spesifikasyon dediğimiz şey. Multi diciplinal hale gelmesi, araştırma fiyatlarının çok artması, sadece sponsor desteğiyle yürümemesi, sözleşme ve yeni ekonomik anlaşmaların üniversitelerden çıkması... Sürekli tepelere çıkardığımız Silicon Valley’in Stanford ürünü olduğunu biliyorsunuz herhalde. Stanford yoksa Silicon Valley yok, bu kadar basit. Silicon Valley’i Stanford kurdu. İsrail’deki girişimcilik hareketini Tekneon başlattı, üniversite olmadan girişimcilik yok. High impact girişimcilik yok, high tech girişimcilik yok. Kebapçı açarsınız ancak, high impact, high tech bir şey yapmak istiyorsanız üniversite şart. Sonrasında üniversite şekil ve nitelik değiştirmeye başlıyor ve verdiği hizmetler değişmeye başlıyor. MIT örneğinin üzerinden gitmek istiyorum. Bu hakikaten inanılmaz bir örnek ve bunu hala kafam almıyor. 2009 Kaufman Report’tan aldım bu raporları. Bu arada Kaufman dünyanın en büyük bilişim enstitüsü, non-profit girişimciliği destekleyen bir enstitü. Amerika dışındaki üniversitelere katkıda bulunmuyorlar. Şu ana kadar MIT mezunu girişimcilerin kurduğu şirket sayısı 25800’e çıkmış. Bu şirketlerin 3.300.000 çalışanı varmış ve 2 trilyon ciroları var. 2 trilyon nasıl bir rakam bilmiyorum. Eski TL’den bahsetmiyorum, bildiğiniz dolar. Bu ne demek dediğimizde adamlar “Dünyanın 11. büyük ekonomisi diyorlar.” Amerika, Çin, Almanya diye gidiyorsunuz ondan sonra 11. sırada MIT. Biraz daha aşağılarda Türkiye. Hani dünyanın en büyük 17. ekonomisi olduk diye seviniyoruz ya, MIT kadar olamadık daha. Böyle bir endüstri ve ekonomi yaratabiliyor bir üniversite. Yılda 150 şirket doğuruyorlar. Türkiye’de bu bence olmaz ama 5 neden olmasın? 11’in üzerinde çalışanlı 17 şirket çıkmış MIT’den. Yani bir MIT Türkiye’de neden olmasın diye provokatif bir soruyla çıktık yola. Üniversite 3.0’ın 2.0’dan farkı araştırmanın yanına teknolojinin sömürülmesi ve kendi ürettiği teknolojinin pazarlanması ve değer yaratma giriyor, profesyonellerin yanına araştırmacı koymuştuk. Bir de girişimciliği koyuyoruz. Üniversite 3.0 bu. En iyi örneği MIT ve Stanford. İngiltere’de Cambridge. İsrail’de var, Singapur’da National University of Singapur. Bütün Singapur üniversiteleri aslında 3.0’a iyi birer örnek. Bunları kafamda kurdum, Türkiye’de nasıl uyarlayabiliriz diye düşündüm. Mevzuata takılmayacak, gerçekten uluslar arası düzeyde olacak, ticarileştirilebilecek, araştırma üretecek, burada spin off ile startup arasındaki fark şöyle; öğretim üyesi araştırmalarından bir şey çıkarıyorsa buna spin off deniyor (üniversitenin bir çalışması bu) ancak öğrencinin aklına bir şey gelir de onu çıkıp yaparsa startup oluyor. Doğru yönlendirme ile üniversitelerde bunlar olabilir mi? Teknopark, iş geliştirme gibi şeyleri Türkiye’de bir üniversite yapsa hiç de fena olmaz gibi bir itki ile yola çıktık diyelim. Bunları anlatırken, tanıtım günlerine gelenler oluyor. Özyeğin üniversitesi kimin nesi? Türkiye’de biliyorsunuz veliler geliyor üniversite tanıtımına, çocukları üniversiteye gönderip göndermeme kararını veliler veriyor. Tipik nazik veli reaksiyonu: “Hocam ağzına sağlık, bütün bunlar çok ilginç ama bize daha tipik, bu işler sizin üniversiteden dışarı çıkmayacak mı?” tarzı bir soru hemen hemen her tanıtım toplantısından sonra geliyor. Tabii burada sayın veli nazik oluyor, tercümesi şöyle: ”Ya sen uçuyorsun kardeşim. Sen bunları bırak da bizim Hüsnü Bey’in yanında bir memuriyet bir şeyler var mı hani? Ayda 800-1000 lira maaşa bizim çocuk sonunda kavuşabilecek mi?” Yani inanılmaz bir garantici memur mantalitesi her toplantıda karşımıza çıkıyor. Ben sosyal bilimci değilim, endüstri mühendisiyim, “Bu ülkede girişimci çıkar mı acaba?” diye biraz sorgulamaya soruşturmaya başladım kendi kendime. Şimdi tarih dersi bitti sosyoloji dersi başlıyor. Ulaştığım sonuç aslında çok da iç açıcı değil. Aranızda işletme ya da sosyoloji okuyanlarınız varsa duymuş olabilirler. Bir adam var ki herkes onun söyledikleriyle hem fikir değil ama bu adamın dört tane boyutu var: Ülkesel yöneticilik ya da küresel yöneticilik boyutları…
• Birincisi güç mesafesi, power distance’ın Türkçesi. Ülkede hiyerarşideki eşitsizliğin varlığı, oyuncular tarafından bunun kabulü.
• İkincisi belirsizlikten kaçınma: Risk almama.
• Üçüncüsü bireysellik.
• Dördüncüsü de erillik, bunu masculinite olarak çevirebilirsiniz. Masculin Türkiye’de zorlayıcı, rekabetçi, başarıya odaklı ve az duygusal, yönetici tipi oluyor; feminen ise eşitlikçi dayanışmacı, duygusal yönetici tipi oluyor.
Bu araştırmayı ben yapmadım ancak bu araştırma 30’un üzerinde ülkede yapıldı. IBM çalışanları üzerinde yapıldı. 60-80-100 IBM çalışanına anket yapılıyor ve anket sonuçlarına göre bu ülke bir yere oturtuluyor. Tahminleri alayım… Güç mesafesi Türkiye’de yüksek mi düşük mü?
-Yüksek.
-Yüksek, belirsizlikten kaçınma yüksek mi düşük mü?
-Yüksek.
-Yüksek, bireysellik yüksek mi düşük mü?
-Düşük.
-Düşük, erillik yüksek mi düşük mü?
-Düşük.
-Düşük, burada hep çakılıyor. Hani man şövanistiz ya biz. Nasıl yani falan. Türkiye’de yönetici kültürü feminin. Uzlaşmacı, duygusal, sen beni kolla, ben seni kollayayım. Olabilir, burada eleştirilecek bir taraf yok. Peki bu boyutlar girişimciliğe nasıl enjekte oluyor? Öncelikle Amerika’da bu boyutların tam tersi yönünde olduğunu söyleyeyim size. Türkiye’yi unutun. Girişimci çıkaracak bir ülke oluşturmaya çalışıyorsunuz. Ütopya, oluşturduğunuz bu toplumda güç aralığını düşük mü yaparsını yüksek mi? Düşük olmasını istersiniz ki fikirler ortaya çıkabilsin. İnsanlar saygıdan önünü ilikleyip de saygıdan iki büklüm durmasınlar değil mi? Belirsizlikten kaçınmanın düşük olması lazım. İnsanın risk alması lazım. Bireyselliğin yüksek olması lazım, rekabet peşinde olman lazım. Kendi kendine anlam yaratmaya çalışıyor olman lazım. Ayrıca zorlayıcı, rekabetçi olman lazım. Bunlara baktığın zaman, Türkiye’de neden girişimci çıkma oranının az olduğunu açıklayabiliriz. Bu tabii ki Türkiye’den girişimci çıkmaz demek değil. Böyle saçma bir şey olamaz. Dağılımdan bahsediyorum. Tipik Türk girişimcisinden bahsediyorum. Ben bu işlerin nasıl olduğunu merak ettikçe kitap okuyorum. Okuduğum kitaplardan bir tanesi Startup Nation. Onu okumuş olan var mı? Yani Amerika’nın nasıl uçtuğu çok da merakımı cezp etmiyor. Çok zengin bir ülke, yüzlerce üniversitesi var, trilyonlarca doları var, e tamam olmuştur. İsrail nasıl yaptı bunu? Dünkü çocuk İsrail, yedi milyonluk bir ülke. Etrafındaki herkes ona saldırıyor. Girişimcilik nasıl yüksek? İsrail’de GSMH’ın %4.5’unun AR-GE’ye gittiğini söyleyeyim. Amerika piyasalarında Amerika’dan sonra en çok hisse satan ülkenin İsrail olduğunu söyleyeyim. Kanada değil, Almanya değil, Japonya değil; İsrail… 60 küsür şirket var Amerika’da kota edilen. Bunu nasıl yaptılar diye merak ettim ve Startup Nation diye bir kitap okudum. Kitaptan küçük bir giriş fıkrası; yazanların biri Amerikalı biri İsrailli Yahudi… Dolayısıyla fıkra onların fıkrası, ben onu anlatıyorum. Biraz racist bir fıkra. Bir köşe başında bir Amerikalı, bir Çinli, bir Rus ve bir İsrailli... Gazeteci bunların yanına yanaşıyor ve “Excuse me, what is your opinion on the meat shortage?” diyor. “Af edersiniz, et kıtlığı üzerine fikriniz nedir?” diyor. Sorulara verilen cevaplar. Rus’un verdiği cevap: “Et ne demek?” Çinlinin verdiği cevap: “Fikir ne demek?” Amerikalının verdiği cevap: “Shortage ne demek?” İsraillinin verdiği cevap: “Excuse me ne demek?” İsraillileri bir arada konuşurken gördüyseniz ne dediğimi anlıyorsunuzdur. Kavga ediyorlar zannedersiniz. Gerçi biz konuşurken de Amerikalılar bizi kavga ediyoruz zannediyorlar. Herkes bağırıp çağırıyor. Hiyerarşi yok. Kim patron, kim işçi bilmiyorsunuz ve herkes kendi fikrini mümkün olduğu kadar vokal bir şekilde anlatıyor. Yani bir numarada Amerika’dan da bir güç denge eksikliği var. Bu da girişimciliğin bir parçası. Tabii bunlar benim hissi olaylarım değil, bunlar hakikaten girişimciliği destekliyor mu, köstekliyor mu? Hayır, bu konuda bizim üniversitemizde öğretim görevlisi olan Ahmet Murat Fiş’in doktora tezi. Bu işte, güç mesafesi, belirsizlikten kaçınma, bireysellik… Bu yönlerdeki attribute’lar girişimciliği destekler mi köstekler mi? Bulunan sonuç şu: Türkiye’nin skorları girişimciliğe yatkın değil. Yani güç mesafesi ile girişimcilik arasında ters orantı var, belirsizlikten kaçınmayla ters orantı var, bireysellikle düz orantı var. Dolayısıyla ben buna dayanarak diyorum ki çok da fertile ground bir durum yok ortada. Bunu biraz daha destekleyici bir makale –şimdi hoca olduğum için her şeyi makalelerle referans vererek yapmam gerekiyor.- toplumsal değerlerimize bakıyorsunuz, gelenekçi, aktivistiz. Tarihimize bakıyorsunuz, merkezcil, otoriter sistemin çocuklarıyız, Osmanlı İmparatorluğu… Askeriyede sivil bürokrasi önemli, sivil toplum zayıf. Ekonomide girişimcilik diye bir şey yok, ticaret yok; gayrimüslimlerin elinde tamamen. Endüstriyel girişim diye bir şey yok ve bütün endüstri devletin elinde, aile şirketlerinin elinde. Aile şirketlerini kim yönetiyor? Asker ve memur kökenli yöneticiler ve aileler yönetiyor. İnanılmaz gri bir resim. Bu ülkeden girişimci çıkmaz demiyorum sadece, bu ülkeden yönetici de çıkmaz diyorum. En azından 1960lara kadar bu böyleydi. Özal sonrası bu resim ciddi olarak değişti. Dolayısıyla, güç seviyesinin, kolektivizmin, materyalizmin ne kadar rahatsız edici, lider veya yönetici çıkarmayı engelleyici olduğunu biraz daha fazla anlatıyorum ama çok da içinizi karartmak istemiyorum. Benim burada çıkardığım şey, Türkiye’de hakim kültürün girişimci çıkarmaya pek de uygun olmadığı. Veriler bunu gösteriyor. Bu konuda herkes de fikir birliğinde değil. Türkiye’den büyük girişimciler çıktı diyenler var. Muhakkak var, ama verilere bakıyorsunuz, Türkiye’de girişimci orası %5,5. Bu da çok liberal bir hesap. TOBB’un hesaplarına göre böyle ki TOBB’daki girişimciler zorunlu girişimci… Bizim anladığımız anlamda internet, mobile, high tech, angel böyle girişimciler yok. Bu anlamda baktığımızda girişimci oranı 0,0’larda falan. Dolayısıyla ampirik veriler de bunu destekliyor. Peki, bırakıp kapatacak mıyız o halde? Hayır, öte yandan inanılmaz bir potansiyel var. Bakıyorsunuz ODTÜ’nün, İTÜ’nün, Boğaziçi’nin mezun ettiği çocuklara, canavar gibiler. Benim gibi 500 tane öğretim üyesi var Amerika’da. Üniversite açtıkta geri getiriyoruz onları. Domine ediyoruz oraları. Yöneylem araştırma alanını Türkler domine ediyor. Bizim kongrelerimizde Amerikalılardan sonar en çok duyduğumuz lisan Türkçe. Çinlilerle çekişiyoruz. Bu kadar potansiyel var, bu kadar beyin gücü var ama girişimcilik tarafı biraz eksik kalmış. Demek ki, yolumuz uzun, işimiz zor gibi bir sonuç çıkarıyoruz ve biz bu işi nasıl yapmalıyız diyoruz. Şunu da söyleyeyim, Burak “İnsan kaybettik.” diyor ama şu sayı çok heyecan verici. Burada bu kadar insan gün boyu oturuyor ve girişimcilik üzerine konuşuyor. 10 yıl önce bu mümkün değildi. Şu anda bebeklik ve emekleme dönemindeyiz ama bağırıyoruz buradayız diye. Kanal bulmaya çalışıyoruz ve bizim işimiz bu kanalı yaratmak. Bizim üniversitemizin stratejik planından bazı şeyler anlatacağım size. Bu işi biz nasıl yapıyoruz; başka üniversiteler nasıl yapıyor? Bunu açık açık paylaşmanın tek bir sebebi var, başka üniversiteler de bunu yapsın istiyorum. Hepsi benim olsun istemiyorum, çünkü bir üniversiteyle olacak şey değil bu arkadaşlar. Herkesin bunları yapması gerektiğini, Türkiye’de 30 tane 3. kuşak üniversitesi olması gerektiğini düşünüyorum.
1. Bütün lisans öğrencilerine zorunlu girişimcilik dersi. İşletme, mühendislik, otelcilik, ekonomi, tarih, hukuk fark etmiyor. Herkes girişimcilik dersi alacak, birinci sınıftan…
2. En az iki tane seçmeli ders.
3. Seminerler, paneller, konferanslar… Sürekli bir girişimcilik aktivitesi.
4. Öğrencilerin daha mezun olmadan şirket kurmalarının desteklenmesi.
5. Hocaların şirket kurmasının desteklenmesi.
6. Yıllık bir yarışma yapılması, bu yarışmalar gerçekten önemli ama tüm Türkiye’ye açık bir yarışma. Senin olsun, benim olsun değil. Türkiye’de tüm üniversite öğrencilerine açık bir girişimcilik yarışması.
7. Dışarıya açılacak sertifika dersleri… Kendi içimizde kalmamalıyız, altı üstü 1000 öğrenci var senede aldığımız. Türkiye’de olan toplam öğrenci sayısını düşünürseniz çok daha yüksek.
8. Aktif bir girişimcilik merkezinin oluşturulması.
9. Girişimcilik kulübünün oluşturulması.
10. Bir accelerator oluşturulması, kuluçka merkezi gibi bir şey, girişimcilik merkezi de diyebiliriz.
11. Teknopark oluşturulması.
12. Angel funding’in üniversiteye getirilmesi.
Bu 12 maddenin kaçınır becerebildiğimi sorarsanız, fena değil. 8’i 9’u falan bulduk. Bir iki yıl içerisinde de 12’nin tamamını bulmayı düşünüyoruz.
Bir de bana şöyle bir şey geliyor: “Girişimcilik öğretilmez ki, girişimci doğulur.” Nasıl ya? E mühendis de doğulur o zaman, sanatçı da doğulur, avukat da doğulur… E o zaman üniversiteleri kapatalım gitsin, ne gerek var? Üstelik bunu da ben söylemiyorum. Akademisyen olduğum için bol keseden atmamam gerekiyor, ikizler üzerinde araştırma yapılıyor. Toplam bin çift, iki bin ikiz, tek yumurta ve çift yumurta ikizleri… Doğumda ayrılmışlar ve bunlar izleniyor. Bunlar kişilik özellikleri üzerine araştırma yapılıyor: Risk alma-almama, oradan varılan sonuç: girişimcilik için gerekli attribute’ların en fazla yarısının genetik olduğu, yarısından fazlasının öğrenilebilir olduğu. Zaten ben de buna inanmasam bu mesleği bırakırım. Burada öğrenebilir olduğu çok açık olanlar; bilgi var, yetkinlikler var. Girişimcilik sadece bilgi değil, iletişim gerekiyor, başkalarını motive etmek gerekiyor, doğru insanları seçmeniz gerekiyor, insanların size güvenmesi gerekiyor… Bunları hepsi birer yetkinlik. Bir de en önemlisi, duruşlar ve değerler var. Bunların birçoğunun üniversitede öğretilebilir olduğunu düşünüyorum. Bir resim göstereyim size. Siz şu anda tekno starter olmaya çalışan bir grupsunuz. Teknolojiyi kullanarak bir iş kurmaya çalışanlar… Bunun için dört tane component gerekiyor.
1. Teknoloji: Teknolojinin akması gerekiyor.
2. Girişimci: Girişimcinin teknolojiyi getirmesi gerekiyor.
3. Sermaye
4. Destek
Bunların hepsinin bir araya gelmesi ve tekno girişimi oluşturması gerekiyor. Birçoğunuz şu an tohum öncesi dönemdesiniz. Henüz ürününüzün ilk dizaynı ile uğraşıyorsunuz. İlk pazar araştırmanızı yapıyorsunuz. IP var IP’nizin fikir mülkiyetini garanti altına almaya çalışıyorsunuz. Belki iş planı yapmaya başladınız. Buradan sonra belki kendi birikiminizden ya da ailelerden para topluyorsunuz. Ondan sonra işe başlamaya karar veriyorsunuz. Prototip ve takım oluşuyor. Üretim ve satış üniteleri oluşturmaya başlıyorsunuz. Burada işin içine yavaş yavaş melek yatırımcılar girmeye başlıyor. 10 sene öncesine kadar Türkiye’de ben melek yatırımcıyım diyen kişi yoktu. Ondan sonra Startup dönemine geçiyorsunuz, hala melek yatırımcılarla berabersiniz. Sonra pazara açılıyorsunuz. Böyle beş adımlı bir girişimcilik döngüsü diyebiliriz buna. Üniversitenin buradaki rolüne bakarsak, üniversiteye çok ihtiyaç var. Elektrik mühendisliğinde, makine mühendisliğinde, bilgisayar mühendisliğinde gördüğünüz bir teknolojiyi hayata geçiriyorsunuz ama yatırımcıyı bulduktan sonra üniversiteye çok da ihtiyacımız yok. Ancak bundan sonra ölüm vadisi diye bir yer var. Geliştirme ve startupta. En çok şirketin batışını burada görüyoruz. Angel’dan parayı bulmuşsun ama ikinci round olan finansmana gidemiyorsun. Ya da finansmana gidiyorsun, melekler yeter diyor. Üniversitenin bilgi vermekten başka yapabileceği şey, ölüm vadisinde girişimciye yardımcı olmak. Biraz da bunun nasıl yapılabileceğinden bahsedeyim size. Bir ay önce Özyeğin Üniversitesi Girişimcilik Merkezi diye bir yer kurduk. Bunda temel hizmetlerden çok orta seviye hizmetler sunuluyor. Onlardan bahsedeceğim birazdan. 300 metrekarelik bir yer altı üstü, içinde sekiz tane dörtlü masa var. Toplam 30 kişi alıyor. Proof of concept yapmaya çalışıyoruz biz de. Bu bizim prototipimiz tabii ki. Çalışırsa 300 metrekare olur 3000 metrekare, 30000 metrekare. Tamamen talebe, yani sizlere bağlı açıkçası. Şu anda 30-35 tane iskemle var, direktör odası var, direktör ofisimizde İhsan Ergün oturuyor. Bir yönetim kurulumuz var, buraya kimlerin gireceğine karar veriyor ve altı ayda bir toplanıp tamam mı devam mı kararı veriyor. Bir toplantı odamız, bir resepsiyon odamız var. Tam da rektörlüğün altına çok merkezi bir yere koyduk. Ne veriyoruz? Simbiyotik bir ilişki var, elektirik, su, ısıtma, telefon, internet, sigorta, kaza sigortası gibi temel şeyleri veriyoruz. Ayrıca isterse, otopark, depo, yemek hizmetleri alabiliyor. Üniversite olduğumuz için birçok sınıf var, toplantı odası var. Senede rakam vermeyeyim ama çok ciddi paralar harcanan bir kütüphanemiz var ve dışarıdan erişilemeyecek database’lere erişim şansı var. Dersler, seminerler, workshoplar var. Finans ve yeni nesil finans arasında bir fark var. Pazarlama ile yeni nesil pazarlama arasında farklar var. İK ile Startup İK’sı arasında büyük bir fark var. Girişimcilik bir anabilim dalı aslında. Ben bunu okudukça fark ettim. İşletme benziyor ama işletmeden farklılıkları var, işletmeyi okuyup bunu pat diye yapamazsın. Sadece girişimcilik dersi ile bunun olmayacağını da fark ettim ve girişimcilik programını başlatmak için başvuruda bulundum. İşletmeyle %80’i aynı belki ama işte yeni nesil finans, yeni ürün pazarlaması, stratejisi, İK’sı, başka ülkelere girişim… Bunlar bir anabilim dalı, başka konular bunlar. Bu derslerden alabiliyorsun. İki kişi biliyor burada yeni nesil finansı. Gel o zaman bizim MBA derslerine gir, iki haftada öğren bu işi. Bu tür yan faydalar oluyor. Bunu da tabii üniversite dışında kurulan bir kuluçka merkezi sağlayamaz. Menajerimiz var, direktörümüz var, ayrıca muhasebe, support, communications… Mesela finansmana gideceksiniz, dışarıdan bir şirketten destek almaya kalksanız ayda 8-10-12 pay istiyorlar. Startupsın sen parayı veremezsin ki. Verebilecek olsan zaten oraya gitmezsin. Business analyst. Biraz önce izliyordum, ben programcı değilim diyordu arkadaşlar. Ben işletmeci değilim, iş planı desteğine ihtiyacım var. Hukuk desteğine ihtiyacım var… Bunların hepsini offer edebiliyoruz. Üniversitede var bunlar. Advanced services dediğimiz, bence en önemli olan –bunları bilmiyorsanız zaten çıkmayın yola- birinin size parayı verdikten sonra arkasını dönmemesi yani o insanın size vereceği sektör bilgisi. Bunu sağlamaya çalışıyoruz. Bunu tabii üniversite olarak sağlayamıyoruz. Burak’ı tanıyoruz, TOBB ile ilişkilerimiz var, Türkiye’de who’s who’nun tamamını tanımaya çalışıyoruz yüksek oranda. Belki üniversiteden 3-4 kişiye ama üniversite dışından 30 kişiye ulaşıyoruz ve insanlarla match etmeye çalışıyoruz. Angellar var, üniversite olarak içimizde angel network oluşturmuyoruz, onu dışarıda kuruyoruz. Üniversite işini yapsın diyoruz. Üniversitenin işi ticari tarafına girmek olmasın diyoruz. Business model nedir peki? Bunları inceledik, birkaç tane model baktık, girişimciden kira istemeyeceğiz, 500 lira bile kira istemek yanlış. Adamın parası yok ki işe başlıyor. Para da koyamayacaksın üniversite isen. İşi çamura bulandırmayacaksın. Bu işi benimle yapacaksın da demeyeceksin, ben seni kuluçka merkezine koyuyorum. Bu işin finansının saati 100 lira, olmaz, bitti. Nereden istiyorsa oradan alsın. 30 liraya buluyorsa muhasebe hizmetini 30 liraya, 10 liraya buluyorsa 10 liraya alsın. Ya da kardeşi muhasebeciyse kardeşine yaptırsın. Bazı kuluçka merkezlerinde 10 bin 15 bin gibi bir ceed koyuyorlar ve karşılığında tüm hizmetleri benden alacaksın diyorlar. Aynı hizmeti pahalıya veriyorlar ve oraya çok başarılı bir kuluçka merkezi şirketi çıkıyor. Kuluçka merkezinin gelirleri çok sağlam ama şirketlerin hepsi batıyor. Kuluçka merkezinin başarısı, o şirketin gelirleriyle ölçülmez, o merkezden çıkan şirketlerin gelirleriyle ölçülür. Mesela IEM Lion, 25 tane şirket çıkarmış ve bir tanesi batmış. İnanılmaz bir oran… Sektörde beklenen oran %50 başarı. Biz bunu üniversiteleri kullanarak %70-80’lere çıkarabiliyorsak muhteşem bir oran bu. Çetele hesabı liste tutuyoruz. Sekreterlik şu kadar aldı, İK bu kadar aldı, kurumsal iletişim 30 saat aldı, mentoring şu kadar aldı. Ondan sonra batan varsa o listeyi yırtıp atıyoruz. Bakıyoruz şirkete, 300 bin lira harcanmışsa, bakıyorum 15 bin lira yardım yapmışız. %5’i benim diyoruz. Exit anında bu ücreti alıyoruz. Business hakkımız bu. Yani başta para istemiyoruz ama şirket koparken ufak payımızı geri alıyoruz. Buradaki amacımız başarılı şirket çıkarmak. Biz yaptık oldu, siz de yapın deyip başka üniversiteleri ikna etmek. %5 ile ciddi başarılı exitler yapan olursa belki para görürüz ama 5 sene 7 sene para görmeyeceğiz muhtemelen. Türk girişimcilik ekosistemi hakkında birkaç şey söyleyip kapatacağım. Ondan sonra biraz soruya vaktimiz kalıyor galiba. Genelde Türk girişimcilik ekosisteminin zayıf olduğunu düşünüyorum. Türklerin kafası girişimciliğe uygun değil falan tamam ama bütün olarak baktığımız da ekosistem de zayıf. Almamız gereken çok yol var. Şimdi herhangi bir ekosistem için üç tane oyuncu var: Kamu, özel sektör ve üçüncü grup dediğimiz angelar. Devlete baktığımızda baya bir şeyler yapılmaya çalışılıyor ama bana sorarsanız bazı şeyler yanlış yapılmaya çalışılıyor. Bir şeylere araya bir özel sermaye koymadan parayı hibe etmesi yanlış. O paranın batmaması için o işin peşinde koşacak birilerinin olması lazım. Bu nasıl olur? Mesela İsrail’de ve Yeni Zelanda’da gördüğümüz fonları fonunun oluşturulmasıyla olur. Özel bir fon yöneticisi grubu vardır. Bu grup iki lira bulur. Devlet onlara bir lira verir. Üç lira ile şirketlere yatırım yapılır. Ama yatırım kararını özel fon yatırımcıları yaparlar. Adamın iki lirası var işin içinde. Dolayısıyla o paranın batmaması için elinden geleni yapacak. Sen bu işin içine özel sektörü koymayıp al bir lirayı dersen o para batar. Çünkü önemli olan o para değil, o işin mentöring coaching’ini yapacak grubu paranın peşine takmak. Sermaye, ikiyi koyduğu zaman o şirket batmasın diye elinden geleni yapıyor. Kendi bilgisini kullanıyor, esas ihtiyaç olan o. Dolayısıyla, birçok kaynak var şu anda ve bu kaynakların bir kısmının yanlış kullanıldığını düşünüyorum. Özel sektör var, melek yatırımcılar benim bildiğim kadarıyla var, etohum 2.0 melek yatırımcı denebilir değil mi? Facilitator’dünüz 1.0’da, şimdi küçük bir fon kurdunuz ve melekliğe başlıyorsunuz ağır ağır. Ben sürekli yeni melek yatırımcı şirketleri öğreniyorum. Bilen varsa söylesin. Ben burada kesinlikle uzman falan değilim, yanlış anlamayın, ben öğrencisiyim bu işin. Venture deallar daha büyük kapsamlı Mavi, Migros gibi firmalara giriyorlar. STK’lar… Siz STK idiniz belki ilk zamanlar, şimdi angel’lığa terfi ediyorsunuz. Bir şeyler var ama bunu daha önce de söyledim, burada eksik parça üniversiteler. Özellikler sizin yaptığınız konularda üniversite olmadan girişim yapmak çok zor. Gördüğümüz bütün başarılı hikayelerde üniversitenin etrafında bir ekosistem oluşturuluyor. Türkiye’nin esas eksiği burada. Devlet girişimciye yatırım yapmıyor diyemem ben Türkiye’de. Angel yok da diyemeyiz, para yok da diyemeyiz, STK’da yok diyemeyiz. Maalesef bu işi doğru yapmaya çalışan üniversite sayısı çok çok az. Esas problemimizin orada olduğunu düşünüyorum. Biz buna aday olduk çünkü amacımız bir model oluşturmak. Neler yapıyoruz? www.birfikrinmivar.com. 1 milyon ödüllü falan diyoruz aslında ama öyle değil. Ama şirket kuruluyor, meleklerden 200-300 bin bulunuyor ve şirket kuruluyor. Bunun birkaç ortağından birisiyiz biz, akademik ortağıyız. Okul içinde bir yarışma yaptık, öğrencileri buna heveslendirmeye çalışıyoruz, tahmin edeceğiniz gibi ilk fikirler waffle yapmak, kumpir yapmak… Adamın iyi fikir dediği şey waffle ile kumpiri birleştirmek. Öbürü geliyor dürüm yapma fikriyle geliyor, ama özel dürüm… Bunları reddettik ki öğrencileri biraz daha farklı şeyler düşünmeye itelim. Oluyor, bu arada bizim öğrenciler hazırlıkta ve birde henüz. Seyircilerin Soruları Üzerine Konuşulanlar: -Okulumuzda MBA, EMBA, elektrik master-doktora var, endüstri, makine ve bilgisayarda master ve doktoraya bu sene başvuruyoruz. -Bize 27 master öğrencisi geldi ilk sene elektriğe. Bunların en az yarısı üretim derdinde. Benim amacım kalifiye yüksek lisans öğrencilerini doğru yönlendirmek istiyoruz. Sadece makale yazıp akademisyen olayım diyen değil, bir şeyler üretip zengin olma çabasında olan öğrenci de istiyoruz. Biz yüksek lisanstan para almıyoruz. Master’dan da almıyoruz. Bence bu işten para alan üniversite, üniversite değildir. MBA paralı, çünkü profesyonel diploma. Elektrik doktorasından, masterından para almıyoruz, üstüne para veriyoruz. Yani Tübitak’tan para alamıyorsa biz veriyoruz ayda 1000 lira. Üzerine yemek falan da veriyoruz. Öğrenci sürünmesin, biz onunla şirket kuracağız, açken olmaz bu. Amerika’da master doktora için para alındığını duymadım ben. -10000 kadın projesini girişimcilik merkezi yönetiyor. Goldman Sachs’ın kriterlerini uyguluyorlar. Ben size kriterlerini söyleyeyim: İşletme eğitimi almamış olmak, bu eğitimi kendi parasıyla alamayacak durumda olmak, yani under served diyorlar buna, bir iş fikri olmak veya çalışan bir işi olmak, bir de interwiev’da en yüksek notları almak. İlk roundu ben çok iyi hatırlıyorum. 1100 kişi başvurdu ve 35 kişi seçildi. Dolayısıyla hiç şüphem yok, iyi fikri olan 200 civarı kadın dışarıda kaldı. Bu üç sene devam edecek bir program, devam etmenizi öneriyorum. Buradakiler bahsettiğimiz high tech, high impact projeler olmuyor. Çoğu şunun gibi, motosiklet kuryelerine koruma eldiven yapan atölye gibi falan. Önemli işler ama hiçbir zaman 100 milyona ulaşacak işler değil. Daha lokal işler, zaten o programın amacı o. Özellikle lise mezunu olmayan insanlar bile katıldı. Hatta İstanbul dışında bile yapmamızı istiyorlar. -Ben bu işe başladığımda Avrupa’da gittim üç dört tane tesis gördüm. Mesela Barcelona’dakinde kuluçka merkezinde bir ön araştırma ofisi vardı. Dört tane bilgisayar koymuş, bir tane kütüphane var ve bir tane gezinen kaynak var. Sokaktan fikri olan adam geçerken giriyor ve çalışmasını yapıyor. Bizim amaçlarımızdan biri de bizim ofislerimizden birini bu hale getirmek. Kim olursan ol, gel ön araştırmanı yap, üniversitenin database’inden faydalan, kütüphanesinden faydalan, yer varsa da akşama kadar otur orada, sonra gel tekrar çalış. Bunlar sokaktan gelen insanlar olabilir, üniversite öğrencisi olmana bile gerek yok. Sonrasında kuluçka merkezine girmen de mümkün. Biz kimseye hangi üniversiteden geldiğini sormuyoruz ki. Fikrinin kalitesine bakıyoruz. Özellikle mobile, internet, application türü fikirlerin varsa girme ihtimalin biraz daha yüksek. Onların time to market’ları daha kısa, sermayeleri daha düşük. Yüksek lisansa da başvurabilirsiniz. Dolayısıyla sadece kendi öğrencilerimizle kısıtlı bir imkân değil. Herkese açık ve bunu biz proof of concept olarak oturtmaya çalışıyoruz. Özyeğin Üniversitesi’nin bir merkezi değil bu, girişim merkezi. Keşke çalışsa, başka üniversiteler de kopyasını çekse. Sizler de okulunuza gidin, onların neden bunu yapmadığını sorun. Faydası olabilir. Çünkü bahsettiğiniz okullar çok baba okullar yani onların bu işi bize öğretiyor olmaları gerekirdi, onların bu işi çok önceden yapıyor olmaları gerekirdi. Teknopark kurup kira geliri elde etmek marifet değil. Girişimcilik öyle desteklenmez, üniversitenin bütçe açığı öyle kapatılır. -Arada bir bizim üniversitemizin sitelerine göz atın. Senede üç dört tane işinize yarayacak proje yapacağız. Ücret falan da almıyoruz. Sizler için buradayız, bunu anladınız sanırım. Hepinize çok teşekkür ediyorum.