Bilişim Dönemi ve Türk Girişimci
Bu makale Uğur Özmen tarafından kaleme alınmıştır.
Son söyleyeceklerimi en baştan söyleyeyim. Arada bazı istisnalar olsa da, Türk girişimciler henüz bilişim dönemi düşünce yapısından çok uzakta.
Tahmin edebileceğiniz gibi çok sayıda girişimiyle görüşüyorum. Fikirlerini, nasıl hayata geçirdiklerini, neler yaptıklarını, büyüme heveslerini, yatırımcılarla görüşmelerini anlatıyorlar. Onlar beni dinlemek değil onaylanmak istiyor.
Bana “fikir öldüren adam” sıfatını hak ettirecek kadar soru yöneltiyorum. Aldığım yanıtları genelledim. Siz de bakın, kendinizi de ölçün. Bilişim dönemine uygun düşünce yapısının neresindesiniz.
Rekabet ve İşbirliği:
İki girişimci konuşuyorlar. İşlerinin örtüşen tarafı da var, farklı tarafları da… (Bkz: Yandaki resim)
Zaten girişimlerin sayısı arttıkça hiç örtüşen bir kısmı olmaması imkansızlaşıyor. Her ikisi de rekabet unsurunu öne çıkarmayıp, karşılıklı çıkarları gözeterek birlikte çalışırlarsa ne kadar verim elde edeceklerine değil, aksine oldukça küçük olan rekabet alanına odaklanıyorlar. Ortak çalışma sahası fırsatını rekabet haline getiriyorlar.
Geçen hafta bir girişimci söyledi. Birçok projenin tamamlayıcısı olan ürünü için onlarcasıyla görüşmüş. Bir tek tanesi hariç hepsi “Siz bize rakipsiniz” diye yanıtlamış. Dünya ortak paydaları bulmaya odaklanıyor. Her işi yapmak yerine “kim neyi daha iyi yapıyorsa…” diyorlar.
Bu arada… Girişimciler arası rekabete odaklanıp, piyasanın mevcut oyuncularının durumunu, piyasadaki gerçek rakibini tanımayı düşünmemiş olanları saymıyorum bile...
Her işi kendi yapmak ve outsourcing
Sanayi Devriminden sonraki yıllarda her şeyi kendi yapmak önemliydi. Krupp firması örnek verilir. Kömür ve demir madeninden başlayan ve silah, büyük toplar, savaş gemisi yapımına giden bir imalat zincirleri vardı.
Otomobil şirketleri de bir dönemler, kapı kolundan jant kapağına her şeyi kendileri üretirlerdi. Bugün onlar bile birçok parçayı, asıl işi onu üretmek olan (yani sadece jant kapağı yapan, sadece dikiz aynası üreten) şirketlerle çalışıyorlar.
Türk girişimcisi ise, otomobil fabrikalarından daha geride bir sanayi dönemi bakış açısına sahip. “Ona para vereceğime kendim yaparım, param da cebimde kalır” noktasından ileriye kolay gidemiyor.
Ya benimsin, ya toprağın:
Sanayi dönemindeki şirketlerde (ki bazıları bugünlerde de sürdürüyor) istifa edeni bir daha kesinlikle almayız diyen kafa yapısı var. Hatta istifa edeni “ihbar süresi” boyunca bankoda tutan birini tanımıştım. Cezalandırılan eleman, herkese bu bankayı kötüleyip, yeni bankasına davet ediyordu..
Yanından ayrılanları - rakip şirketlerde çalışmasa bile - her vesileyle kötüleyen, hatta onların müşterilerini arayıp işlerini bozmaya çalışanlar olduğunu da duydum.
Oysa Bilişim Dönemi şirketleri, çalışanlarına kendi işini kurma fırsatı veren – hatta özendiren, rakip olmayan hizmetleri bizzat eski elemanından alan, eski elemanlarının başarısıyla “eskiden bizim elemanımızdı” diye gurur duyduğunu ifade eden “Bizim şirket mezunu” (our alumni) diyerek övünen şirketlerdir.
Yatırımcı veya Finansman kaynağı
Birçok girişimci tanıdım.
Değer üretmek deyince sadece paraya odaklanan
Başarı tanımı sadece kazandığı paraya endeksli
Yatırım aldığı haberleri çıktıktan iki hafta sonra “işte yeni bebeğim” diye arabasının resmini facebook’a koyan
“İş modeli” yerine “Niye büyümek istiyorsun?” diye sorulduğunda yanıt veremeyen,
Büyüme senaryonu sorulduğunda piyasadan ve fırsatlardan değil de finansal tablolardan bahseden (oysa ben o finansal tabloları oluşturan varsayımları sorguluyorum.)
bu girişimcilerin (son zamanlarda) karşılaştığım çoğunluğu, kayda değer bir iş yapmak değil de EXIT hayaliyle yaşıyorlar. Üstelik, kendileriyle büyüyebilecek sektörleri veya firmaları değil, yurt dışındaki (klonladıkları) oluşumlara satmayı hedefliyorlar.
Sorgulama
Yukarıdaki cümlelerde zaten girişimcinin sorgulama eksiklerinden bahsettim. Ama bir de bilmediğini anlatma huyları var.
Bir gün bile ücretli çalışmamıştır ama “maaşlı çalışılan iş hayatının girişimciliği öldürdüğünü” söyler
Bir şekilde yatırım almışsa, hayatında hiçbir zaman yanlış yapmamıştır. Her hangi bir konuda yanlış yaptığı söylendiğinde, "doğrusunu bilseydin sen zengin olurdun" diyen esnaf gibi yanıtlar. Feedback almaz.
Tanımadığı adamı kötüler. “Uyanık hep şirketleri sattı. Sonra değer kaybetti” der. Serbest bir piyasada satıldığını ve satın alanın proje üzerine değer eklemediğini ve değişen cihazlara uyum sağlamadığını düşünmez bile (Aklında hep para vardır da ondan)
İlgisi olmayan konuları karıştırır. Oskar ödülü ve saygınlıktan bahsedersin, “Amerikan kültür işgali” diye yanıt verir
“Yazılımcıyla anlaştığımız işi neden zamanında yapmaz” diye şikayet eden kişiye “Sen o işle çok para kazanacaksın, elbette izin vermez” diye anlaştığı işi yapmamakla öğünen yazılımcı kitlesi sosyal mecralarda destek bulur. Bunun ahlaki yönünü çoğu kişi sorgulamaz.
Telif hakları
Dünyaca bilinen bir kavramın Türkce .com alan adını alır. Bu isi yaptığını iddia edenleri dava etmekle tehdit eder.
Az önce torrent’den indirdiği aslında ücretli içeriği nasıl beleşe getirdiğini anlatırken coşkuludur. Ama kendi sitesindeki bir resim başka yerde yayınlandı diye kıyamet koparır.
Her ay onlarcasıyla görüşüyorum. İstisnalar elbette var ama büyük çoğunluk bu durumda
Tr girişimcisi henüz feodalizm ile sanayi devrimi düzeyinde…
Dikkat ettiyseniz, yukarıdakilerin hemen hepsi kazanan her şeyi alır diye özetleyeceğimiz Sanayi Dönemi (hatta Feodalizm) kültüründen kaynaklanıyor.
Kazanan hepsini alır
Sanayi Dönemi mantığının en önemli olgusu, kazanan tarafın mutlak galip olmasıdır. Kazananlar ve kaybedenler vardır. Mutlaka birileri kaybetmeli ki, siz kazanan olmalısınız. Birlikte kazanılacaksa, mutlaka tanımadığımız başkaları kaybedecektir.
Diğer yandan, bilişim döneminin paylaşım kavramı vardır. Paylaşım ekonomisi, kullanmadığın odayı tatilcilere ucuza kiraya vermekle veya gideceğin yolda arabanı başkasıyla paylaşmakla sınırlı değil. Hindistan’ın bir köyünde mikrofinans ile üretime katılan kadınların olması da bir paylaşım ekonomisi çözümü.
Yukarıdaki örnekleri gördünüz. Muhtemelen kendinizi karşılaştırmışınızdır. Bilişimle uğraşsalar bile, Sanayi Dönemi kültüründeki Gates, Jobs, Brandon örneklerinden öte gidemeyen Türk girişimcisi misiniz; yoksa bilişim dönemini yakalamış biri mi?
Hangisi?